Her şeyden önce de yaşamlarını kaybeden denizcilerimize Allah’tan rahmet, ailelerine ve sevenlerine sabırlar dileyerek başlamak istiyorum.

Esasen yıl sonu olması sebebiyle bambaşka bir yazı kaleme almayı planlamıştım. Yazımın özünü de Türk denizcilerinin yıllık büyüme hacmi ve başarıları oluşturacaktı. Bir de GİSBİR’in Göcek Körfezi’nde Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı ile birlikte gerçekleştirdiği deniz çayırı ekimine değinmek istiyordum. Takdire şayan bir iş yaptıklarına inanıyor ve Sayın Murat Kıran nezdinde bütün ekibini tebrik ediyorum. Ancak en yalın ifadeyle diyebilirim ki bu yazıyı yazmaya kalbim izin vermiyor… Öyle ya 12 denizcimiz göz göre göre çaresizlik içinde soldu gitti… Bu sebeple yıl sonu kapanış yazımı beni derinden etkileyen bu olay çerçevesinde kaleme almak istiyorum.

Söylediğimiz kadar büyük müyüz acaba!

Esasen bu saatten sonra sektör olarak çok büyük olsak ne yazar… Büyüklüğün tanımı yalnızca; Dolar mı, navlun mu, karlılık mı, üretim mi ya da diğer taraftan sektörün ödediği vergi mi, yarattığı istihdam mı… Tüm bunlar kaybolup giden 12 denizcimiz ve ailesi için artık ne ifade edebilir? Hepimizin bildiği bir gerçek var ki o da giden canın yerine can konmuyor ama mal bir şekilde tekrar kazanılabiliyor. O yüzden önceliğimizin insan hayatı ve sağlığı olması gerekmiyor mu? Bence bu yüzyılda bunları konuşuyor olmamız bile bizim ayıbımız. En sona yazacağımı şimdi yazmak istiyorum: Umarım denizcilerin ne denli meşakkatli bir iş yaptıkları artık göz ardı edilmez ve hak ettikleri yıpranma payına da kavuşurlar.

Bilime sırtımızı dönmekten vazgeçmeliyiz

Bangır bangır bilim insanları iklim krizi diyor, zirveler, konferanslar, seminerler düzenliyor… Ülke olarak biz de geri durmuyor, yapıyoruz… Saatlerce konuşuyor, tartışıyor, bir karara da varıyoruz. Peki ama biz bunları niye yapıyoruz? Şayet bu zirvelerden, konferanslardan, seminerlerden çıkan sonuçlara göre önlem almayacaksak ne anlamı kalıyor… Hiç yapmasak da olur.  

Gelecek bugünlerden çok daha zorlu olacak

Mesela, bu yıl eylül ayında gerçekleşen Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli’ne (IPCC) Türkiye’den de katılım olmuştur muhakkak. Şayet katılım sağlanıp gerekli raporlar hazırlanmış ve gerekli kurumlarla paylaşılmışsa bile bizler alınması planlanan önlemlerin neler olduğunu bilmiyoruz. Kamuoyuyla henüz paylaşmamış olabilirler elbette ama bu mevzu yeni konuşulan bir konu değil ki… Yıllardır gündemde.

Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli’nin 6. Değerlendirme Raporu’na göre, ısınma arttıkça şiddetli yağışların daha sık ve yoğun olması bekleniyordu zaten. Bu demek oluyor ki yarınlar bugünlerden daha stabil olmayacak. Gezegenimiz hızla ısınıyor, sıcaklık rekorları ardı ardına kırılıyor… Ülkemiz de bu değişiklikten ciddi şekilde etkileniyor. Son yıllarımıza bakarsak özellikle sonbahar-kış mevsimlerinde Türk karasularında yaşanan can ve mal kapılarında artış olduğunu görüyoruz. Nitekim Kasım ayında ülke gündemimizi fırtına nedeniyle denizlerimizde oluşan kazalar sonucu can ve mal kayıpları oluşturdu. Özelikle 19 Kasım ‘da Karadeniz Ereğli’de Kafkametler gemisinin 12 mürettebatıyla batması ve Pallada isimli kuru yük gemisinin ikiye bölünmesi, batan tekneler, fırtına sebebiyle karaya oturan gemiler birbirini izledi.

Demek ki bu kazalara yeterince hazırlıklı değiliz

Yurdun dört bir yanında etkili olan şiddetli fırtına birçok liman kentinde maddi hasara ve Karadeniz Ereğli’de ise can kaybına da neden oldu. Gemilerden gelen kurtarma anonsları hava şartları nedeniyle ne yazık ki cevapsız kaldı. Kıyı Emniyeti Genel Müdürlüğü bünyesindeki römorkörler, bazı bölgelerde kötü hava koşulları nedeniyle müdahale etmekte güçlük çekti. Bu demek oluyor ki Kıyı Emniyeti Genel Müdürlüğümüzün envanterinde, değişen iklim ve hava koşullarına uygun daha güçlü, donanımlı römorkör yeterince bulunmuyor. Ayrıca sert hava koşullarında müdahale edebilecek bilgiye, donanıma sahip personel eksikliğimizin olması da kuvvetle muhtemel. Bir de tabii eğitim diyoruz, liyakat diyoruz, yeterli personel diyoruz… Merak ettiğim bir küçük nüans bulunuyor. O da şu: Kıyı Emniyeti personeli tarafından kötü hava koşullarına karşı hiç kurtarma tatbikatı yapıldı mı, yapılmadı mı? Yapıldıysa bu tarz tatbikatlar hangi mevsimde yapıldı?

İnanıyorum ki, Kıyı Emniyeti Genel Müdürlüğümüz, belirli bölgelere konumlandıracak güçlü römorkörler ve donanımlı personel eksikliğini gündemlerine almışlardır.

Daha güçlü römorkörlere ve kötü havada hareket kabiliyetine sahip helikopterlere ihtiyacımız var

Bilindiği gibi Nene Hatun Gemisi, Kıyı Emniyeti envanterindeki en güçlü römorkör ve geminin bir helikopter pisti de mevcut. Lakin, bir helikopteri yok. Olmaması zaten ayıp da bizim ihtiyacımız öyle sıradan bir helikopter de değil. Kötü hava koşullarına karşı manevra kabiliyeti olan bir helikopter. Böylesi güçlü helikopterlerin Norveç’te kullanıldığı biliniyor. Bu tarz helikopterin Kıyı Emniyeti Genel Müdürlüğümüzün veya sahil güvenliğimizin envanterinde olması artık zaruri hale gelmiştir. Yoksa göz göre göre can ve mal kayıpları yaşamaya devam edeceğimiz aşikardır. Bakın yıl 2019’da Viking Sky adlı turist gemisi önce arıza yapıyor. Ardından gittikçe olumsuzlaşan hava koşulları sebebiyle yardım talebinde bulunuyor. Ancak 8 metreye ulaşan dalgalar sebebiyle yardım gemileri Viking Sky’a yanaşamıyor. Gemideki 1373 yolcu ve mürettebatın 500’e yakını helikopterler yardımıyla tahliye ediliyor. Ardından da gemi sağ salim Molde limanına yanaşıyor. Kısacası bu kötü hava koşullarıyla sadece biz karşı karşıya değiliz. Bizim dünyadan tek farkımız felaketlere hazırlıksız yakalanmamız ve ihmaller sonucunda yaşanan olaylara karşı kaderci yaşlaşmamızdır.

Türk tersaneleri güçlü römorkör inşa edebilecek kabiliyette

Diğer taraftan daha güçlü römorkör ihtiyacımızın teminine gelirsek, öncelikle tabii ki yerli ve milli kaynaklarımızı kullanmalıyız ki, Türk tersanelerinin bu konuda tecrübesi, bilgi birikimi ve deneyiminin yeterli olduğuna inancım tamdır. Yeter ki karar merciindeki yetkililerimiz artık ülkemiz için ‘bu bir ihtiyaçtır’ desin, gerisini Türk denizcileri layıkıyla yapacaktır.

Son olarak sektörümüz STK’larına (İMEAK DTO hariç), iki çift kelam etmek isterim. Gerçi aldığım duyumlara göre denizde can, mal ve çevre güvenliğinin daha iyi hale getirilmesi için ortak bir çalışma yapılması planlanıyormuş. Alınan ortak kararların da idare ile paylaşılması planlanıyormuş. Güzel, ancak geç alınmış bir karar. Keşke çok daha erken aksiyon alsalardı.(Not: İMEAK DTO, bir yarı kamu kurumu olduğundan STK değildir).Sağır ve dilsiz kesilen STK’larımız…

Kaybolup giden canlarımızın haberlerini izlerken hiç mi akıllarına bu insanların aileleri, eşleri, çolukları çocukları, anaları babaları olduğu gerçeği gelmedi… Aileler günlerce perişan oldu. Hiçbir STK’mızı o ailelerin yanında göremedik. Bir araya gelip insanı kahreden bu olayla ilgili bir açıklama dahi yapmadılar. Görmek istemediler, duymak istemediler… Allah korusun, şayet o denizin altında kendi canlarından biri olsaydı yine bu kadar sessiz kalacaklar mıydı? Bu sessizliğinizden dolayı da sizleri kınıyorum.

Yeni yılda da dostluğumuzun baki kalması dileğiyle. Mutlu ve sağlıklı bir yıl diliyorum.

Kalın sağlıcakla…