Sakın bana kızmayın: Yoksa bu kanaldan TIR mı geçecek?
Bismillah daha yazıya başlamadan tövbe mi edeyim istedim! Diğer taraftan da bu konuda yazmak bence boynumun borcu. Bu yüzden en başta da söylediğim gibi “Sakın bana kızmayın”.
Şimdi azıcık sesli düşüneceğim. Yani niyetim ne kallavi bir yazı kaleme almak ne de birilerinin canını sıkmak…
Ülke gündemi Kanal İstanbul’la hop oturup hop kalkıyor. Ulusal kanallar bangır bangır kanalın Türkiye’ye kazanımlarından bahsediyor. Uzman görüşleri resmen havada uçuşuyor. Lafı açılmışken şu uzman kitlemiz üzerine bir çift lafım var. Yüzde yüz yerli ve milli bir uzman kitlemiz var. Bunlar ekonomi mi konuşulacak? Hallederler. Dünya siyaseti mi değerlendirilecek? Çantada keklik. Kadınların toplumsal konumu mu masaya yatırılacak? Haydi haydi çözerler… Neyse, bu konuda kaybolmadan mevzuma döneyim. Bir iki muhalif kanalda özet olarak “Bu iş olmaz/olmamalı, ülkenin işsizlik, enflasyon gibi daha ciddi meseleleri var iken ne kanalı, o iş o kadar paraya olmaz, doğaya tahribat, habitata katliam, rant, kat, inşaat…” söylemleri üzerine haber yapıyor. Eminim gündemden bihaber değilsinizdir. Gerçekten değilsiniz değil mi? Yoksa…
Sokaktaki Ayşe teyzemden Mehmet amcama kadar herkesin Kanal İstanbul’la ilgili bir görüşü var. Olması da gerek… Öyle ya bu kanal uzaya yapılmıyor. Şimdi burada haksızlık yapmayayım, kaptanlardan bazıları arenaya çıktılar çok şükür. Arzu edenler habere BURADAN ulaşabilir. İşin özünde kanalın teknik olarak olmazlarını anlattılar. Yapılmaması gerektiğini nedenleriyle ortaya koydular. Çok doğru bir şey yaptıklarını sadece ben düşünmüyorumdur inşallah!
“İbrahim, iki grup birbirine girsin sana da malzeme çıksın diye bekliyorsun” diyebilirsiniz ama boşa demeyin. Bence burada asıl malzeme kanala karşı çıkanlar değil, savunanlarda. O yüzden olumlu görüşleri, olumsuzlardan daha fazla dinlemek istiyorum. Merak ediyorum ve siz denizcilere soruyorum. Şayet Kanal İstanbul’un olması gerektiğini, ülkemiz için önemli bir hamle olduğunu bir bir bize anlatacak denizciler varsa lütfen saatlerce dinlemeye hazırım.
Tüm bunlar bir yana koyuyorum ve diyorum ki “Türkiye Cumhuriyeti’nin bir vatandaşı olarak Kanal İstanbul’un ülkemiz için önemini, kazanımlarını, işlevselliğini bana denizcilik sektörünün fertleri anlatsın”. Öyle ya bunu en iyi denizcilerden öğrenebilirim. Kalkıp İstanbul Minibüsçüler Esnaf Odasına soracak halim yok…
Ben böylesi bir beklenti içindeyken her ne hikmetse başta ODAMIZ ve denizcilik sektörümüzün kıymetli STK’larından ne ses var ne soluk. Tıpkı denizcilik üniversitelerimiz ve fakültelerimiz gibi… Hepsi sus pus olmuş, dut yemiş bülbüle dönmüşler. Alınmasınlar gücenmesinler ama her etkinlikte protokolde yer almak güzel tabii. Rahat rahat oturup, sektör adına konuşmak eminim keyiflidir ama mevzu azıcık derine inince hemen el etek çekiliyor anladığım kadarıyla. Sanmayın ki doğru olan hiç yorum yapmamak. Tarih bunu da kaydediyor Hanımlar, Beyler!
Bu suskunluğunuzu hiç hayra yormuyorum
Bildiğim kadarıyla GEMİMO Kanal İstanbul için hazırlanan Komisyon Raporlarına dahil oldu ve itirazını da açık açık beyan etti. Vallahi de billahi de “Helal Olsun” diyorum. En azından sektörümüzden birileri görüşlerini dile getirme cesaretine sahip oldu.
Buradan açık açık soruyorum “Fikri hür, irfanı hür, vicdanı hür” olanlardan da şu sorulara cevap bekliyorum:
- Kanal İstanbul’u gerekli buluyor musunuz? Bu kanala denizcilik sektörü açısından gerek var mı?
- Kanal derinliği ve genişliği mevzusunda sizlerin görüşleri nedir?
- Kanalın yapısını göz önünde bulundurarak teknik ve işlevsellik açısından hangi sorunlar çıkabileceğini öngörüyorsunuz?
- Yapılacak kanal, şu anda Boğazlarımızdan geçen gemilerin ebatları için ne kadar kullanışlı ve güvenilir?
- Boğazlarımızdaki gemi trafiğini göz önüne aldığımızda kanalı yapmak ne kadar elzem?
- Kanalı yapmak yerine Boğazlarımızın gemi geçişlerindeki güvenliğini artırmak mümkün değil mi?
- Montrö Boğazlar sözleşmesi başımıza iş açar mı, açmaz mı?
- Deniz canlıları ve yaşamı nasıl etkilenecek ve değişime uğrayacak?
- Deniz temizliğimize etkisi ne seviyede olacak?
- Hangi geri dönülemez adımlar hangi amaçlar uğruna atılacak?
…
Gibi soruların yanıtlarını sektörümüzün kıymetli STK temsilcileri, üniversitelerimizdeki akademisyenlerimiz Türk denizcilik camiasına anlatsınlar. Anlatsınlar ki bilelim. En azından tarihe bir not düşelim. Buradan TIR geçmeyecek!
BİR DE ŞU “ALTIN FRANK” İŞİNİ KONUŞALIM MI?
Nerden çıktı bu “Altın Frank” diyeniniz varsa buyurun sofraya…
Boğazlarımızdan transit geçen ticaret gemilerinin, Montrö Sözleşmesi’nin 2. Maddesine göre, beher net tonilatoları üzerinden devletimize ödemekle yükümlü olduğu Sağlık, Fener ve Tahlisiye ücretlerinin hesaplandığı para birimidir. Bu da Altın Frank’tır. Peki, bu Altın Frank neye göre ve nasıl uygulanacaktı? Montrö’ye göre Sağlık Resmi için beher net tonilato başına 0,075, Fenerler hizmeti için ilk 800 net tona kadar 0,42 Altın Frank ve fazlası için 0,21 Altın Frank. Tahlisiye hizmeti için ise beher net tonilato başına 0,10 Altın Frank ödenecekti. O yıllarda Altın Frank içindeki altının miktarı gram kıymeti ile çarpılıyor, kolaylık olsun diye katsayı ile çarpılıp net meblağ olarak belirleniyordu. Çok uzatmayayım işler 1936’dan 1972’ye kadar olması gerektiği gibi gidiyor. Sonra her ne olmuşsa birden hakkımız olan gelirden resmen vazgeçmişiz. Ya da farklı bir ifadeyle Montrö’de Kampanya yapmışız. 1982’de İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nden Prof. Tahir Çağa, o tarihte 1 Ons altının serbest piyasa şartlarına göre hesaplandığında Türkiye’nin alması gereken paranın takriben 1/10’unu aldığını ileri sürerek girişimlerde bulunmuş. Bunun üzerine Bakanlar Kurulu gizli bir kararname ile altının dünya borsalarındaki kuru esas alınmak suretiyle hesaplanmasını kararlaştırmış. Fakat ne olmuş biliyor musunuz başta bizim armatörlerimizin itirazları ile karşılaşmışız. Biz itiraz edersek elin Rus’u parasını öder de geçer mi? Geçmez tabii! Bunun üzerine ne yazık ki tıpış tıpış geri adım atmışız.
Ülkemiz en az 1982’den bu yana Montrö’deki kapı gibi duran hakkını alamıyor, alamadığı gibi gıkını da çıkaramıyor. İşin uzmanı değilim ama hesaba göre hakkımızın 1/17’sine tamah ediyoruz. Kabaca şöyle: yılda geçen 43 bin gemiden tahsil edilen Fener, Tahlisiye, Sağlık rüsumu ücretlerinin toplamı yaklaşık olarak 250 milyon ABD Doları. Bu zar zor alabildiğimiz para. Ya hakkımız olan ama alamadığımız para ne kadar? O da 5 milyar ABD Doları. Hesap ortada ülkemizin 37 yıldaki kaybı 150 milyar ABD Doları.
Daha biz hakkımızı alamazken bir de 75 ile 100 milyar dolar para harcayıp kanal açacağız, açtığımız yetmeyecek bir de adama diyeceğiz ki İstanbul Boğaz’ından geçemezsin Kanal İstanbul’dan geçeceksin, o da buna “hay hay” diyecek ve bir de talep ettiğimiz ücreti ödeyecek.
Bence açar mıyız? Açarız. Kardeş oradan değil buradan geç der miyiz? Deriz, en azından bir rica ederiz. Ama iş para almaya geldiğinde amiyane olacak ama “bir öpücük alırız”.
Kalın sağlıcakla…