DENİZ VE İNSAN

Deniz, insan yaşamının hem sınırlılığını hem de düşlerinin sınırsızlığını yansıtan mavi bir aynadır. İnsanın denizle ilişkisi, gizem ve sırlı bilinmezliklerle doludur. Bir yandan yalnızlığı, korkuyu ve karanlığı taşırken, diğer yandan da umuda yolculuğu, ışıyan-ısıtan bir aydınlığı, yaşama sevincini ve coşkusunu taşır. Bu yönüyle deniz, düalist anlamlar, kavrayışlar ve oluşlar çokluğudur. Dolayısıyla farklılık ve çeşitlilik evrenidir.

Denizde, yaşamayı bilen ancak kendi yaşamının kaptanı olabilir, hem uzağı hem de yakını bilebilir. Herkesin içinde bir denizi olsa da; limanı olmaz. İçimizdeki deniz, yaşama tutkumuz ve anlam düzeyimizdir. Anlam ile tutku, insanı serüvenleştiren biricik etkidir.

Yüreği denizde olan, yosunlu derinlikleri, sazlıkları, mavi düşler atlasını ve ufkun ötesini bilir. Denizin mavisini, sabahın kızılını bir yelken gibi göğsümüze asıp, yollara düşmek, en mavi köpüklü açığa demir atmak, en tatlı derya ıssızlığında, enginliğe maviyle dolup, düşlere umuttan nakış olmak, sonsuz mavide, incili yakamozlarda yıldızların seyrine düşmektir.   Deniz deyince modern insanın aklına tatil gelir. Bu, bol güneş, kum ve eğlence demektir. Tabi ki insanın eğlenmeye de ihtiyacı vardır. Ama denizle insanın bu geçici gönül bağı kültürel değil, bir tatmin-haz-tüketim üçlüsüne dayanmaktadır.

 

Bu statik bağ denizi kirletmektedir. Denizin kumunu, güneşini seven insan, aynı oranda çevreye yani çayların, nehirlerin kurumasına, canlı türlerinin yok olmasına ve insan kırımına yol açan savaşlara karşı, o denli ilgili ve duyarlı değildir. Denizi, insandan, doğadan ve en önemlisi de barış kültüründen koparıp, bir eğlence ve turizm merkezi haline getirmek, olumsuz sonuçlara yol açmaktadır. Deniz kültürü farklılık içinde bir olmanın da yaşam iradesidir.   Deniz kadar insanı cezbeden bir şey yoktur. Düşle gerçek arasındaki ince çizgide insanı yakalar ve kendine hapseder. İnsanı büyüler, farklı dünyalara taşır. Bilgeliğin ışığının mavi yolculuğunun ardında bulma cabasında olduğunu unutmayalım.

Derler ki; bilgeliğin ateş topu, tanrılardan dağlara düşmüş, dağlardan yuvarlanıp nehirlere düşmüş, nehirlerden denize ulaşmış. Denizden dalga dalga yayılmış uygarlıklar inşa ederek günümüze dek gelmiştir. Dolayısıyla deniz insana ufuk kazandırır. Bilinmeyenin ve yeni olanın keşfinin anahtarını taşır. Eski çağlarda kâşiflerin, korsanların ve tacirlerin bilim taşıyıcı rollerini unutmayalım. Denizin üzerinden bilim, kültür ve uygarlık farklı diyarlara akmıştır.  

Deniz kültürü, ekolojik ilkeyi, demokratik tavrı ve özgürlük bilincini kendinde birleştiren bir ahlaka sahiptir. Deniz kültürüne sahip insanlar, haksızlıklara ve acılara karşı rahat uyuyamaz. Yokluk ve yoksunluğun yüzüne kapısını kapamaz. Gerçekliğe perdesini çekmez. Yüreği yalnız kendisiyle dolu olmaz. Başkasının yangınıyla ısınıp, yemeğini pişirmez. Bütün bunların karşısında yardımlaşmanın, dayanışmanın, doğayla bütünleşmesinin, ortak ahlaki duyguda, birleşmenin kardeşleşme ve özgürleşmesidir.   Herkes denize gitmeli. Herkesin bir deniz anısı olmalı. Denize gidenin şanslı ve ayrıcalıklı olduğu bir eşitsizlikler yaşamı değil, denizi bir mevsim gibi ortak yaşamak ve yaşatmanın hasıl olduğu eşit ve özgür bir yaşamı inşa etmek elzemdir. Bu insanın kendisiyle, toplumuyla, devletiyle ve doğayla barışıdır. Maviye adanmış insanın bu eko-yaşam rüyası, barışın da barışıdır.   Ülkemiz, denizlerin kıyısına demir atmış bir gemidir. Hepimiz bu geminin içindeyiz. İyilikleri ve güzellikleri, aydınlık bir geleceğe uzanan mavi yolculuğa ‘vira’ diyelim.