Yunanistan Kötü Komşu

Yunanistan, devlet olarak kötü bir komşu.

Sadece kötü değil, aynı zamanda komşusu Türkiye’yi yok etmek için her türlü şeytanlığı, fenalığı marifet sayan, yaptıklarından utanmayan bir komşu.

İstiyor ki, Türkiye sahillerinden öteye açılamasın.

İstiyor ki, sahillerine hapsedeyim!

İstiyor ki, Türkiye Yunanistan’a mahkûm olsun.

İçten pazarlıklı, Helenizm tutkunu Batı dünyası sayesinde alabildiğine şımarık ve giderek saldırgan!

Vakıa cürmü kadar yer yakar. Görmezlikten geliyor!

Komşusu Türkiye’nin kalkınmasını, ekonomik refahının artmasının asla istemiyor, kıskanıyor ve doymuyor.

Bölgesel doğal zenginlikleri birlikte bulalım, paylaşalım gibi bir yaklaşıma dahi nefretle, kinle bakıyor ve saldırganlaşıyor!

Mümkün olsa ısıracak kadar saldırgan!

Oysa Türk ve Yunan halkının komşulukları ve dostlukları ölçülemez güzellikler katar. Aldırış etmiyor!

Yakın tarihe bakalım; XVIII. yüzyıldan buyana Yunanistan’ın beynine yerleşmiş bir hülya var; Megali Idea!

 

Bizans İmparatorluğu’nun devamı olacaklardır. Balkanların büyük bölümü,  Anadolu’nun yarıdan fazlası, Ege adaları ile Girit, Rodos, Kıbrıs, Trakya ve İstanbul Yunan toprakları olacaktır. İstediklerinden birçoğunu da gerçekleştirmişlerdir; Girit Adası, Rodos ve On iki Adası Yunanistan hudutlarına katılmıştır. Kıbrıs Adası’nın tamamını ele getirmek için arada bir başlarını çıkartmakta, pusula beklemektedir.

Yunanistan, komşusu Türkiye’ye her türlü kötülüğü yapmayı siyasî bir zafer olarak görmektedir.

Fotoğraf yazısı- Kaş altı Kızılhisar Adası, ya da dedikleri Meis adası. Yunanistan’ın burada işi ne?

Dr. Selçuk Erez’in yıllar öncesinde neşredilmiş “İstanköy altı Bodrum” adını verdiği bir romanı vardır. Ben de bir fotoğrafı ekledim;  Kaş altı Kızılhisar Adası, ya da dedikleri üzere Kastellerizo veya Meis dedikleri adacığa bakalım.

Yunanistan nire, bu ada nire?

Yunanistan’ın burada işi ne? Tarih boyunca bu ada hiç Yunanistan’a ait olmuş mu?  Ya da Yunanistan bu adaya nasıl sahip edilmiştir?

Gelin 1912 yılına dönelim; Rodos’un ve On İki Ada’nın İtalyanlar tarafından işgali olaylarını Prof. Dr. İsrafil Kurtcephe’nin Türk Tarihi ve Kültürü Araştırmaları’nda yayınlanan makalesinden  okunması önemlidir. Bu çok önemli makaleden Uşi Antlaşması’na gidecek olan felaketi birkaç bölümle  hatırlayalım;(1) “Ulusal birliğini sağlayıp yeni bir güç olarak ortaya çıkan İtalya, diğer Avrupa devletleri gibi sömürgecilik politikasını benimsemiştir.   Sömürgecilik yarışında geç kaldıklarının farkında olan İtalyanlar, kolayca ulaşabilecekleri Kuzey Afrika’ya yöneldiler. İtalyan emperyalizmi kendisine ilk sömürge alanı olarak Tunus’u seçti. Roma İmparatorluğu’nun eski bir eyaleti olan Tunus, coğrafi bakımdan İtalya’ya yakınlığı yanında sürekli artmakta olan İtalyan nüfusunun yerleşmesi için de uygun bir bölge idi. Tunus’a İtalyan hükümetleri tarafından teşvik edilen yoğun bir göç başladı. Viyana kongresi sırasında Tunus’ta 2.000 Fransız’a karşılık 10.000 İtalyan yaşıyordu. Ne var ki, Tunus’a göz diken yalnızca İtalya değildi; 1830’da Cezayir’e yerleşen Fransa’da yıllardır Tunus ile ilgileniyordu. 1881’de Fransa’nın Tunus’u işgalinden sonra İtalya, Kuzey Afrika’daki son Osmanlı toprakları olan Trablusgarb ve Bingazi’yi müstakbel sömürgeleri olarak görmeye başlamıştır.

“1911 yılına gelindiğinde İtalya’nın işgal hazırlıkları tamamlanmak üzereydi. İtalyan Hükümeti, 1911 Temmuz’unda Avrupa başkentlerindeki elçilerine bulundukları devletler nezdinde teşebbüse geçerek İtalya’nın işgal harekâtını başlatmak niyetinde olduğunu bildirmeleri talimatını verdi. İngiltere, Fransa, Rusya, Almanya ve Avusturya, İtalya’nın isteğine olumlu cevap verdiler. Yalnız savaşın Balkanlara sıçramasını istemiyorlardı. İtalya, askeri ve diplomatik hazırlıklarını tamamladıktan sonra 29 Eylül 1911’de Osmanlı Devleti’ne savaş ilan etti. İtalyan askerî ve siyasî çevreleri Trablusgarp ve Bingazi’yi kolayca işgal edebileceklerini tahmin ediyorlardı. Buna rağmen modern silahlarla donatılmış, sayıları yüz bini bulan İtalyan işgal kuvvetleri azmin ve inancın direnişi karşısında umduğu kolay galibiyeti bulamadı. Gönüllü Türk subaylarının direnişin başına geçmelerinden sonra İtalyan işgal kuvvetlerine karşı başlatılan düzenli saldırılarda direniş kuvvetleri büyük başarılar elde ettiler. İtalya, geriye dönüş köprülerini atmak için 5 Kasım 1911’de Trablusgarp ve Bingazi’yi topraklarına kattığını ilan etti.

Türk-İtalyan savaşının Osmanlı Devleti’nin üzerinde yaratacağı etkilerden yararlanıp Boğazlar üzerinde hâkimiyet kurmaya çalışan Rusya, İtalya Akdeniz’de harekete geçmek istediğinde, Hariciye Nazırı Sazanof, İtalya’yı teşvik etmekle kalmamış, İtalya Türkiye’yi bir iki hayatî noktasından vurursa Rusya’nın memnun olacağını ve bunun Rus isteklerine sürekli muhalefet eden Türklerin burnunu sürteceğini söylemiştir.

“Akdeniz’de harekete geçmeye karar veren İtalya’nın ilk hedefi Beyrut oldu. İtalya, neden İzmir, Antalya veya Mersin’e değil de Beyrut’a yönelmişti? Beyrut bir Osmanlı şehri olmasına karşın Fransız nüfuzunun yoğun olduğu bir bölgeydi; şehirde çok sayıda Avrupalı yaşıyordu. Aynı zamanda Beyrut bütün ilahi dinlerce kutsal sayılan Kudüs’ün bir kapısı durumundaydı. İtalya’nın Beyrut’a saldırısı, sadece Osmanlı Devleti’ni değil diğer Avrupa devletlerini de rahatsız edecek; bunun sonucunda büyük devletler barışa zorlamak için Bâbıâlî’ye baskı yapacaklardı. 24 Şubat 1912’de bir İtalyan filosu Beyrut’a saldırdı; limanda bulunan iki Türk harp gemisi batırıldı ve şehir topa tutuldu.

İki İtalyan harp gemisinin açtığı ateşle istasyoner olarak Beyrut Limanı’nında demirde olan Ankara ve Avnullah ganbotları batmış durumda. Kaynak: Imperial War Museum.

Dedem Ordulu Nazif Ayyıldız Avnullah Ganbot’un ikinci komutanı ve topçu zabiti idi. Yaralı olarak kurtulduğunu  ve aylarca  Beyrut’ta hastanede  yattığını anlatırdı. “Zaten stim tutacak kömürümüz bile kalmamıştı” derdi!

Rodos ve Oniki Ada’nın İşgali

Bâbıâlî’nin ileri sürdüğü barış şartları, İtalya’yı savaşı sona erdirmek için yeni çareler aramaya sevk etti. İtalyan hükümeti, Rodos ve On İki Ada’nın işgaline karar verdi. Buraların İtalya’nın eline geçmesi, İstanbul ve Anadolu sahillerini işgal tehlikesiyle karşı karşıya bırakacak ve bu durumda da Osmanlı Hükümeti, Adalara karşılık Trablusgarp ve Bingazi’yi İtalya’ya terk edecekti. Avusturya, İngiltere, Fransa ve Rusya’nın Boğazlara ve Anadolu sahillerine karşı girişilen saldırılara gösterdikleri tepkiler de İtalya’nın Adalara yönelmesinde etkili olmuştur.

İlk olarak Stampalia, 24 Nisan 1912’de Amiral Presbitero komutasındaki bir İtalyan filosunca işgal edilmiştir. Karaya çıkan İtalyan askerleri, yerli Rumlar tarafından büyük bir törenle karşılandılar.

Stampalia’nın işgalinden iki gün sonra İtalyanlar, yazılı bir beyanname ile olayı Trablusgarp halkına duyurdular. Uçaklarla Türk ordugâhlarına da atılan beyannamede, Akdeniz’deki Türk adalarının topa tutulduğu, Çanakkale Boğazı’ndaki bazı kalelerin tahrip edildiği, Stampalia adasının işgal edilerek hareket üssü haline getirildiği ve bundan sonra her tarafta şiddetli askerî harekâtta bulunulacağı bildiriliyordu.

Stampalia’nın işgalinden sonra, 3 Mayıs akşamı Amiral Viale komutasındaki İtalyan filosu Rodos’a doğru yola çıktı. O’nu Amiral Presbítero komutasındaki ikinci filo izledi. Bu iki filo, Tobruk ve Bingazi’den gelen nakliye gemileri ve Napoli’den yola çıkan Ameiral Revel ko-mutasındaki çıkartma kuvvetleriyle buluştuktan sonra Rodos’a yöneldiler. 4 Mayıs sabahı Rodos önlerine gelen İtalyan gemilerinin bir kısmı liman önünde gösteri yaparak adanın kuzey ucuna doğru seyrederken, diğer kısmı da nakliye gemileriyle beraber Rodos şehrinin güneyinde bulunan ve çıkartma için uygun bir yer olan Kalitea Plajı’na gittiler. Bir taraftan Rodos’a İtalyan çıkartması sürerken diğer taraftan Amiral Viale, Rodos Valisine bir adam göndererek adanın teslimini istedi. Vali, İtalyanlara karşı koymak için gerekli vasıtalara sahip olmadığını, bununla birlikte İtalyan işgal teşebbüslerini protesto etmek için görevi bıraktığını bildirdi.

Suphi Bey’den gelen bu cevaptan sonra İtalyanlar Rodos’a doğru harekete geçtiler. Şehre yarım saatlik bir mesafeye gelmelerine rağmen ilk gün saldırmaya cesaret edemediler. Türk garnizonunun şehri terk ettiğinden emin değillerdi; o gün beklemeyi yeğlediler. Ertesi gün, yani 5 Mayıs’ta General Ameglio komutasındaki İtalyan kuvvetleri şehre girdiler. 17 Mayıs’ta, 920 Türk askeri başlarında komutanları Abdullah Bey olduğu halde teslim oldular. Böylece Rodos’ta Türk hâkimiyeti fiilen sona erdi.

İtalyanlar, Rodos’tan sonra Leros adasına yöneldiler. Adanın limanına gelen İtalyan gemileri, karşılarında hiçbir müdafaa kuvveti göremediler. 12 Mayıs’ta karaya 500 asker çıkaran İtalyanlar, Türk karakolunda bulunan 14 Jandarma ile bütün Osmanlı memurlarını esir aldılar. Leros adasını işgâl eden İtalyan filosu aynı gün Kalimnos’a doğru hareket etti.

“Amiral Presbítero, ada halkı tarafından özel bir merasimle karşılanmıştı. Hükümet Konağına İtalyan bayrağı çekildikten sonra İtalyan Amirali, yanındaki heyetle beraber Rum metropolithanesine gitmiştir. Burada Rum ihtiyar Heyeti ve bir grup halk tarafından karşılanan Amiral, metropolithaneye varınca savaşta ölen İtalyanlar için bir ruhanî ayin yaptırmıştır. Ayin sonrası İtalyan Heyeti’nin bir sorusunu cevaplayan Presbítero, bundan böyle işgal edilen adaların vapurlarında İtalyan bayrağı çekileceğini, yabancı devletlerle haberleşmede İtalyan posta pulları kullanılacağını, işgal edilen adalar arasındaki haberleşmede ise posta pulu yerine cemaat mühürleri kullanılacağını, Osmanlı Devleti’nden ithal edilecek eşyanın 11 gümrük vergisine tabi olacağını, buna karşılık Yunanistan’dan ithal edilecek malların gümrük vergisine tâbî olmayacağını söylemişlerdir.

İtalyan donanması, diğer küçük adaları da hiçbir mukavemetle karşılaşmadan işgal etmiştir. 9 Mayıs 1912’de Herke, 12 Mayıs 1912’de Kaşat, İncirli -  İlyaki, Patmos, 16 Mayıs 1912’de Lipsos, 19 Mayıs 1912’de Sömbeki ve 20 Mayıs 1912’de, İstanköy işgal edilmiştir. Ayrıca bu adalar dışında sayıları 15’i bulan küçük adacıklar da işgale uğramıştır. Böylece Rodos ve On İki Adalarla onların etrafındaki küçük adaların tamamı İtalyanların eline geçmiştir.

“Sonuç

Dört yüz yıl boyunca Osmanlı’nın geniş hoşgörüsü sonucu imtiyazlı bir hayat süren Adalar halkı, İtalyan işgalcilerini, Hristiyanlığın kurtarıcıları gibi karşılamışlar ve kiliselerde kurtuluş ayinleri yapmışlardır. Yerli Rum halkın İtalyan askerleriyle yaptıkları işbirliği sonucu Rodos Ve On İki Ada’daki Türk hâkimiyeti fiilen sona ermiştir.”

Bu savaş  18 Ekim 1912 tarihinde İsviçre’nin Lozan kentindeki Uşi (Ouchy) kasabasında İtalyanlarla yapılan Uşi  Antlaşması ile sonlandı.  İtalya Libya ve çevresi yetmiyormuş gibi,  12 Ada’yı işgal etti.  Ancak ne hikmetse, Akdeniz’in hududunda olan 1912 yılından buyana Osmanlı Devletine ait olan  Kızılhisar Adası,  Meis (Castellorizo) dahil işgal ettiği  Osmanlı devleti adalarını Balkan Savaşı bitene kadar İtalya’nın elinde geçici olarak bulunduracaktır!  İtalya’nın işgal ettiği Osmanlı adalarını geri vermesini beklemek vaadine kargalar güler! Nitekim adaları tamamıyla işgal etmiştir!”

30 Ağustos 1922 ve sonrası

Adaları anlatırken, 1922 yılına gelelim; 30 Ağustos 1922’de Mustafa Kemal Paşa’nın başkomutanlığında yapıldığı Büyük Taarruz’un başarıyla sonuçlanmasından sonra Yunan orduları İzmir’e kadar takip edilmiş 9 Eylül 1922’de İzmir'in kurtarılmasıyla Türk toprakları Yunan işgalinden kurtulmuştu. Yunanlı beride tutsak generalini, binlerce esir askerini de bırakarak, bu azîz vatan topraklarından denize dökülmüştü.

Yunan İzmir’i işgal etmiş.  Efsun askerleri  ayaklarının altına halılar döşenmiş  Konak Meydanı’nda gösteri yapmaktalar. İzmirli Rum kızlar da bayramlık zafer kıyafetleriyle Yunanın İzmir’i işgal etmesini kutluyorlar…

Gün geldi Kurtuluş Savaşı zaferle sonuçlandı.

Gün geldi Lozan’da Lozan Sulh Konferansı başladı ve Lozan Antlaşması (veya yapıldığı dönem Türkçesi ile Lozan Sulh Muahedenamesi), 24 Temmuz 1923 tarihinde İsviçre’nin Lozan şehrinde, Türkiye Büyük Millet Meclisi  temsilcileriyle Britanya İmparatorluğu, Fransız Cumhuriyeti, İtalya Krallığı, Japon İmparatorluğu, Yunanistan Krallığı, Romanya Krallığı ve Sırp, Hırvat ve Sloven Krallığı (Yugoslavya) temsilcileri tarafından, Leman Gölü kıyısındaki Beau-Rivage Palace’ta imzalandı.

Lozan Antlaşması ile Türkiye (Madde 12) İmroz ve Bozca Adaları ile Tavşan Adaları dışında, Doğu Akdeniz Adaları ve özellikle Limni, Semendirek, Midilli, Sakız, Sisam ve Nikarya Adaları üzerinde Yunan egemenliğine ilişkin 17/30 Mayıs 1913 günlü Londra Antlaşmasının beşinci ve 1/14 Kasım 1913 günkü Atina Antlaşmasının on beşinci Maddeleri hükümleri uyarınca 13 Şubat 1914 günkü Londra Konferansında alınıp 13 Şubat 1914 günü Yunan Hükümetine bildirilen karar, işbu Antlaşmanın İtalya’nın egemenliği altına konulan ve on beşinci Maddede yazılı olan adalara ilişkin hükümleri saklı kalmak koşulu ile doğrulanmıştır. Asya kıyısından üç milden az uzaklıkta bulunan Adalar, işbu Antlaşmada tersine hüküm olmadıkça, Türkiye egemenliği altında kalacaktır.

Türkiye (Madde 15) halen  İtalya’nın işgali altında bulunan Astampalya (Astropalia), Kodoş (Rhodes), Kalki (Calki), Skarpanto, Kazos (Casso), Piskopis (Tilos), Misiros (Misyros), Kalimnos (Kalymnos), Leros, Patmos, Lipsos (Lipso), Sombeki (Simi) ve İstanköy (Kos) Adaları ile bunlara bağlı olan adacıklar ve Meis (Castellorizo) Adası (2 numaralı haritaya bakılması) üzerindeki tüm hak ve senetlerinden İtalya yararına vazgeçmiştir.

Barışın korunmasını sağlamak amacı (Madde 13)  ile Yunan Hükümeti, Midilli, Sakız, Sisam ve Nikarya Adalarında aşağıdaki önlemlere saygı göstermekle yükümlüdürler:

5 Kasım 1914 tarihinde Kıbrıs Adasında yerleşmiş olan Türk uyrukları, yerel yasanın belirlediği koşullara göre, İngiltere uyrukluğuna geçecek ve böylece (Madde 21) Türk uyrukluğunu yitireceklerdir. Bununla birlikte, bu Türkler, isterlerse, bu andlaşmanın yürürlüğe konulmasından bağlayarak iki yıllık bir süre içinde, Türk uyrukluğunu seçebileceklerdir. Bu durumda, seçme haklarını kullandıkları günü izleyen on iki ay içinde Kıbrıs Adasından ayrılmak zorunda kalacaklardır.

İşbu andlaşmanın yürürlüğe konulması günü Kıbrıs Adasında yerleşmiş bulunup da, yerel yasanın belirlediği koşullara uyularak yapılan işlem üzerine, o gün İngiltere uyruklusunu edinmiş ya da edinmek üzere bulunmuş olan Türk uyrukları da bu nedenle Türk uyrukluğunu yitireceklerdir. Şurası da kararlaştırılmıştır ki, Kıbrıs Hükümeti, Türkiye Hükümetinin izni olmaksızın Türk uyrukluğundan başka bir uyrukluğu edinmiş olan kimselere İngiltere uyrukluğu tanımayı reddetmek yetkisine sahip olacaktır.

Türkiye egemenliği altında kalan İmroz ve Bozca Adaları, yerel yönetim ve kişi ve malların korunması konusunda, yerli elemanlardan oluşan ve Müslüman olmayan  (Madde 14)   yerli halka her bakımdan güven verici özel bir yerel yönetimden yararlanacaktır. Bu Adalarda güvenlik ve düzen, yukarıda sözü geçen yerel yönetim eliyle yerli halk arasından toplanan ve yerel yönetimin emrinde bulunan bir polis tarafından sağlanacaktır. Rum ve Türk nüfus mübadelesine ilişkin olarak Yunanistan ile Türkiye arasında yapılmış ya da yapılacak anlaşmalar İmroz ve Bozca Adaları halkına uygulanmayacaktır.

Türkiye işbu andlaşmada belirlenen sınırları dışındaki tüm topraklar ile bu topraklardan olup gene bu andlaşma ile üzerinde kendi egemenlik hakkı tanınmış (Madde 16) bulunanlar dışındaki Adalarda - ki bu toprak ve Adaların geleceği ilgililerce saptanmış ya da saptanacaktır- her ne nitelikte olursa olsun, sahip olduğu tüm hak ve senetlerden vazgeçtiğini açıklar. İşbu Maddenin hükümleri komşuluk nedeniyle Türkiye ile ortak sınırı bulunan ülkeler arasında kararlaştırılmış ya da kararlaştırılacak olan özel hükümleri bozmaz.

Yunan ordusunu İzmir’de denize döken Türkiye aslında Lozan’da  İtalya üzerinden yenik Yunanistan’a dolaylı olarak İtalya’nın işgali altında bulunan Astampalya (Astropalia), Kodoş (Rhodes), Kalki (Calki), Skarpanto, Kazos (Casso), Piskopis (Tilos), Misiros (Misyros), Kalimnos (Kalymnos), Leros, Patmos, Lipsos (Lipso), Sombeki (Simi) ve İstanköy (Kos) Adaları ile bunlara bağlı olan adacıklar ve Kızılhisar Adası -Meis (Castellorizo) Adası (2 numaralı haritaya bakılması) üzerindeki tüm hak ve senetlerinden İtalya yararına vazgeçmiştir.

Barışın korunmasını sağlamak amacı (Madde 13)  ile Yunan Hükümeti, Midilli, Sakız, Sisam ve Nikarya Adalarında önerilen önlemlere saygı göstermekle yükümlüdür! İzmir’den denize dökülmüş olan yenik Yunanistan herhalde ellerini ovuşturmakta ve kahkahalarla gülmektedir!

1945’de Potsdam Konferansı’nın yapıldığı Cecilienhof  Şatosu’nun önünde.

1945 yılına gelelim: Potsdam Konferansı

II. Dünya Harbi’nde Türkiye tarafsız ülke olarak savaşlardan uzakta kalmıştır. Bu nedenle, gerek Potsdam Konferansı’nda gerekse 1947’deki Paris Konferansı’nda Müttefik Devlet olarak adı geçmemiştir.

II. Dünya Harbi son yılında tarihe yön veren olaylardan  birincisi Yalta Konferansı (4-11 Şubat 1945), ikincisi  II. Dünya Harbi’nin sona erişinin hemen ardından  ve daha kesin kararların  gerçekleştirildiği   Potsdam Konferansı (17 Temmuz - 2 Ağustos 1945)’dır. 

Potsdam Konferansı  belgelerde; “II. Dünya Harbi  sırasında Nazi

Almanya’sının teslimiyetinden sonra 17 Temmuz 1945 - 2 Ağustos 1945 tarihleri arasında Almanya'nın başkenti Berlin'in 26 kilometre güneybatısında bulunan Cecilienhof Sarayı'nda düzenlenen ve Winston Churchill (Birleşik Krallık Başbakanı, Temmuz 1945’te İşçi Partisi'nin genel seçimi kazanmasından sonra Clement Attlee),  Harry  F. Truman (Amerika Birleşik Devletleri Devlet Başkanı) ve Joseph Stalin (Sovyetler Birliği Komünist Partisi Genel Sekreteri ve SSCB Halk Komiserleri Kurulu Başkanı) olmak üzere “Big Three” (Üç Büyük)’nin katıldığı konferans.” diye anlatılır. Konferansın başlıca konuları, Nazi Almanya’sının işgal ettiği topraklarının geri alınması,  Avusturya’nın Almanya'dan ayrılması, Almanya’nın  demokratikleştirilmesi olsa da bu konferans dünya devletleri sınırlarının yeniden çizilmesi, hatta çıkarların paylaşılması  olarak  şekillenmiştir.  Bu konferans galiplerin yenik düşenlerin topraklarını ve zenginliklerini paylaşmasından ibarettir.

Bu konferansta Sovyetler, Türkiye’nin zayıf olduğunu ileri sürülerek, serbest geçiş için gereken garantiyi sağlayamadığını, bu sebeple Boğazların Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği ile Türkiye’nin ortak kontrolü altına konulmasını istediler. Ruslar açıkçası Boğazlarda üs istiyorlardı. Bu istek kabul edilmedi. Amerika ve İngiltere ise Ruslar için ancak Boğazlardan tam geçiş serbestisine taraftardılar. Mesele hakkında karar alınmayıp, her devletin kendi görüşünü Türkiye’ye bildirmesine karar verildi.

Türkiye, Sovyetler Birliği’nin bu saldırganlığını korkusu içinde kalmıştır. (2)

10 Şubat 1947 Paris Barış Antlaşması’nda Türkiye’nin adı yoktu

II. Dünya Harbi bitmiş, artık son paylaşma zamanı gelmişti.  Paris’te tarihe “Paris Barış Antlaşması” adıyla geçecek toplantı başladı. Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği, Büyük Birleşik Krallık İngiltere ve Kuzey İrlanda, Amerika Birleşik Devletleri, Çin, Fransa, Avustralya, Belçika, Beyaz Rusya Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti, Brezilya, Kanada, Çekoslovakya, Etiyopya, Yunanistan, Hindistan, Hollanda, Yeni Zelanda, Polonya,  Ukrayna, Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti ve bundan böyle Yugoslavya Halk  “Müttefik ve Ortak Güçler”  olarak anıldılar.

Nasıl olduysa, hangi gerekçeyle hareket ettiler ise, çoktandır vaad ettikleri şekilde On İki Adalar’ı Yunanistan’a vermek üzere oybirliğiyle karar verdiler..

Bölüm V-Yunanistan (Özel Madde) Madde 14. 1. şöyleydi; “ İtalya, bu vesile ile On İki Adalar’ı tam egemenliğiyle Yunanistan'a bırakır. Bundan sonra gösterilen Stampalia (Astropalia), Rhodes (Rodos), Calki (Kharki), Scarpanto, Casos (Casso), Piscopis (Tilos), Misiros (Nisyros), Calimnos (Kalimnos), Leros, Patmos, Lipsos (Lipso), Simi (Symi), Cos (Kos) ve Castellorizo’nun yanı sıra bitişik adacıklar Yunanistan’a ait olacaktır.

Yunanistan böylece kılını kıpırdatmadan Ege’den Akdeniz’e kadar tüm adalara sahip olacaktır ve Kıbrıs Adası’ndaki belirsizliğin çözülmesiyle Türkiye’nin kuşatılması tamamlanmış gibi olacaktır. Yunanistan’da tüm kiliseler çanlarını çalmakta, ayinler yapılmaktadır!

Bu  “Türkiye’yi sahillerine hapsetme harekatıdır”

Yıllardır pusuda bekleyen  Yunanistan, II. Dünya Harbi’ndeki müttefiklik  kılıfı altında   Ege’den Akdeniz’e kadar artık adaların hakimi olmuştur. Bu bir “Türkiye’yi sahillerine hapsetme harekâtıdır.”

Fakat gün gelecek Türkiye’den şu ses yükselecektir; “Hiç Kimse Türkiye’yi sahillerimize hapsedemez!”

Bu çok haklı bir isyandır ve dostluk yerine, düşmanlığı, komşuluğun güzelliklerini, zenginliklerini paylaşmak yerine komşusu Türkiye’yi yok etmek isteyen bağnaz bir devlet kafasına karşı koyuştur.

Bu bir yönüyle çok ağır ve acı verici bir tablodur;  XVI. yüzyıldan buyana Osmanlı İmparatorluğu’na ait adalar altın bir tepsi içinde Yunanistan’a sunulmuştu. Türkiye, böylece sahillerine hapsedilmiş oluyordu.

Kıssadan hisse çıkartır mısınız?

Kalan birkaç adamıza dikkatle yönelerek kıssadan hisse çıkartır mısınız?

Karşımda kocaman iki ada var; Biri Osmanlı’nın İstanköy’ü, şimdiki Kos; Orada yaşam var.

Sonra daha yakınımda yemyeşil bir ada daha var. Bomboş. Karanlık suratlı biri olsa gerek “Kara Ada” demiş.  Bu adayı bile kaybetmişiz de, nasılsa geri vermişler. Kalmış nice adalarımız, adacıklarımız var.

Adalarda yaşamayı doğanın tahribatı diye görenler “Adalara çivi çakmak bile ihanettir” diye yaygara yaparken, Yunan Adaları diye gittikleri adalarda keyif sürdürmekten utanmıyorlar ve Yunanlılara dönüp “Adalara çivi çakmak bile ihanettir” demek akıllarına gelmiyor.

Adalarımıza devlet olarak, müteşebbislerimiz olarak, Odalar olarak, Deniz Ticaret Odası, Türk Armatörleri Birliği, Gisbir, Kosder ve diğer meslek örgütleriyle sahip çıkmak milli bir dava olmalıdır.

Gelin, tüm adalara, adacıklara önce Türk bayrağı dalgalanan görkemli bir bayrak direği dikelim.

Adalar turizme ve yerleşime açılsın.

Adalarda köyler, kasabalar, mağazalar, sanat etkinlikleri olsun.

Adalarda yelken ve yat kulüplerine, su altı sporları, kürek kulüplerine imkanlar verilsin.

Yerleşim, doğayı koruyarak, gerçekleştirilsin. Türkiye bu yüzyılın  ilk çeyreğinden başlayarak gerçek anlamda Adalarıyla, adacıklarıyla tanınsın.

O zaman, iskeleler olacaktır.. Minik dahi olsa  yolcu vapurları, motorlar inşa edilecek, seferleriyle bu canlılığı artıracaklardır. Yaşam için kosterler bile yeni rotalarda ve yeni iskelelere seferler yapacaklardır. Oraya buraya sıkışmış duran Sahil Güvenlik Komutanlığı birimleri Ege’den Kaş’a kadar uygun adalarda çok daha denizci koşullarda konuşlansın.

Mersin’e doğru bir onarım tersanesi hayata geçirilsin. Müteşebbislerimize olası en geniş olanaklar sağlansın, devlet gerektiği güne kadar desteklemeyi, korumayı millî bir dava olarak görsün.

Komşumuz Yunanistan’a  gelince; Anlattıklarımı okumak zahmetine girin ve düşünün.

İsyan bir son noktadır. Dostluk ise ebedidir.

------------------------------------

Değerlendirme: Osman Öndeş

(1) Prof. Dr. İsrafil Kurtcephe; “Rodos ve On İki Ada’nın İtalyanlarca İşgali”, Kaynak: OTAM – Ankara Üniversitesi Osmanlı Tarihi Araştırma ve Uygulama Merkezi Dergisi – Sayı: 2 Yıl: 1991

(2) Charles L. Mee; “Yağma”, Osman Öndeş; Çeviri- Altın Kitaplar, 1975.