“Kol kırılır yen içinde kalır”

Deniz Haber Ajansı Genel Yayın Yönetmeni Recep Canpolat, (Ağabey diye hitap etmek istiyorum çünkü bugüne kadar iletişimimiz böyleydi. Böyle de devam edeceğine inanıyorum) malum “Ferman Başkanımızdır!” başlıklı yazı sonrasında beni uzun uzadıya eleştirdi. Ne ombudsmanlığım kaldı ne de gaflette bulunmam.

 

Bu kısmı bir kenara bırakıyorum ve şu cümleyi, “Talimat üzerine kaleme aldığın, maddi hatalarla dolu, hatta “yönlendirmeli editoryal” destek verildiği izlenimi çağrıştıran “Ferman Başkanımızındır!” başlıklı yazı, senin peşini hiç bırakmayacak, Bunu iyi bilesin, İbrahim” nasıl anlamlandıracağıma karar veremiyorum. Ben sadece bu ifadeye takılırsam derim ki, “Yazdığım yazı sebebiyle, hem de başlığın 100, içeriğin ise 99,9’unun seninle bir alakası yokken, bana bu uzun cümleyi neye istinaden kurdun?” “Tehdit” veya “Uyarı” demek istemiyorum. “Recep Canpolat’ın öngörüsü böyle” deyip geçmek istiyorum.

 

Çünkü, aleni bir şekilde Başkanımız Metin Kalkavan’ın tavrını eleştirdiğim bir yazının, peşimi bırakıp bırakmayacağının kararını, bırakalım da “yazının kahramanı” versin. Tam da bu noktadan “talimatla yazı yazma” uyarına değinmek istiyorum. “Acaba kim talimatla yazı yazıyor?” Kimsenin talebi üzerine yazı yazdığım yok! Hele tetikçilik yapmak, gerçekten ağır bir itham. Yaptığım tek bir şey var, o da işim. Yaptığım işi, eğrisiyle doğrusuyla eleştirmeye herkesin hakkı var. Ancak daha ötesi ifadeler, eleştiri sınırlarını fazlasıyla aşıyor. Bu sulara girmek veya çekilmeye hiç niyetim yok…

 

Gelelim şu benim görmediğim, Recep Canpolat'tın bu sebeple bana epey bir bilendiği hadisenin perde arkasına. (Teşhiri Kaptanoğlu Olayının Perde Arkası başlıklı yazısı: http://www.denizhaber.com.tr/yazi/teshirci-kaptanoglu-olayinin-perde-arkasi-502.htm ) Olayı tekrar tekrar dillendirip kabak tadı vermeye niyetli değilim. O zaman söyledim, şimdi de yazayım “Görmedim”. Keza görmüş olsam da yine ortamı sakinleştirmeye çalışırdım. Ne yapsaydım? “Yürü ağabey, kim tutar seni” mi deseydim? “Yahu kocaman adamlarsınız. Camiamızda ve ülkemizde saygı duyulan insanlarsınız. Hiç yakışıyor mu bu laf sokmalar, iftiralar (İftira diyorum çünkü sormamıza rağmen henüz açıklanan bir belge yok). Oturup konuşabilecek, tartışmayı da eleştiriyi de saygı çerçevesi içerisinde yapabilecek kişilersiniz. En azından çoktan o olgunluğa erişmeliydiniz. Hele Cengiz Kaptanoğlu ile Recep Canpolat’ın kavgası. Allah aşkına, bırakın meclis adabını, toplumsal ahlakımıza bile yakışmıyor.

 

Ne demek 70 yaşında koskoca adamın üzerine yürümek! Hiç mi utanmıyorsunuz. Senin şiddetin elindeki kalem olmalıdır, fiziki şiddet yanlıştır.” Bu paragrafta ne var bu kadar? Hemen ekleyeyim, Recep Canpolat'ın ifadesine göre şu: ˮ… Alçak herif cinsel organını gösteriyorˮ Kısa kesiyorum çünkü hadisenin perde arkası epey bir uzun. Meclis Başkanı Cengiz Kaptanoğlu, Recep Canpolat’ın kendisi hakkında yazılarından rahatsızmış.

 

O hengamede Recep  Canpolat'ı hedef olarak belirlemiş, üzerine yürümüş, cep telefonunu gasp etmiş ve “Belden aşağı Kasımpaşa. Gel burayı çek” demiş. Tüm hadisenin Recep  Canpolat'tın sıralı cümlelerindeki gibi yaşandığını kabul ediyorum ve yine tekrar ediyorum: Bizim işimiz yazı yazmak. (Bu arada HAŞA, niyetim iş öğretmek değil! Sakın bu lafa da alınıp, derin bilgimle seni eleştirmem üzerine yazı mazı kaleme alma lütfen. Zaten ombudsman ve tetikçi  ilan ettin. Bir sıfata daha inan ki ihtiyacım yok!) Olayı daha da ateşlendirmek yerine Meclis Başkanımızı eleştiren bir yazı daha kaleme alsaydın da olay bitseydi. Baktın hala hırsını alamıyorsun, yazında da ifade ettiğin gibi, gazetelerin manşetlerini “Cinsel organ teşhirciliği” başlığıyla boy boy süsletseydin. O da yetmezse yine ifade ettiğin gibi televizyon ekranlarına taşıyıp “haber üzerinde tepinseydiniz”.

 

Bence en doğrusu buydu! “İnceden inceye bunu da yapabilirim” diye ayar vermek yerine yap daha iyi… Belki, şu Meclis’in son iki toplantıdaki üslubu değişir de millet rahat eder. Korkma DTO’nun kurumsal kimliğine zarar falan gelmez. Bu hadiseye yakın olaylar Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde yaşanmıyor değil. Gördüğümüz üzere yıllardır kurumsal kimliğine de zarar falan geldiği yok! Son olarak şu FETÖ mevzusuna da değineyim de bitsin bence bu yazı. Bu memlekette FETÖ yapılanmasının olmadığı kurum yok. Bunu memleketi yönetenler de aleni şekilde söylüyor. Denizcilik camiamızda olması da gayet olasıydı.

 

Ancak herkesin bildiği üzere alınan bir karar da var “17-25 Aralık 2013”. Yani FETÖ davasında milat bu! Israrla bu FETÖ olayında sorduğum soru şuydu; Nasıl oluyor da memlekette taş üstünde taş kalmazken, denizcilik camiasında FETÖ’cü olmakla aleni bir şekilde suçlanan kişiler hala dışarda? Hep bahsedilen ama bir türlü yazılı evrakı, kaydı, tutanağı ifşa edilmeyen dosyalar nerede? Az kalsın unutuyordum: “Tamer Kıran, Murat Kıran ve birçok muhalif ismin konuşma yapması gereken İMEAK DTO Meclis Toplantısını ˮBeceriksizliğiˮ nedeniyle kapatan Cengiz Kaptanoğluʹna karşı hiçbir eleştiri de bulunmazken, ˮMetin Kalkavanʹın Meclis Toplantısını ʹManipüleʹ ettiğiniˮ ifade ediyorsun. Kalkavan, manipüle ediyorsa, strateji geliştirip manipüle olmayacaksın! Kalkavanʹı kendi silahı ile vuracaksın...” tekrar yazıyorum: Ferman Başkanımızındır! Metin Başkanı kendi silahıyla nasıl vuracaklar… Metin Başkan kimseye söz vermezken hepsi bir ağızdan konuşsun mu? Başkan, toplantı boyunca yarattığı tek sesli ortamdan taviz vermezken, ne yapsın bu meclis üyeleri? Bence Metin Başkan konuştuktan sonra Meclis Başkanı toplantıyı bitirmesin… Tabii milletin takati kalırsa! Dediğin gibi “Söz uçar, yazı kalır”. Atalarımızın söylediği bir söz daha var: Kol kırılır yen içinde kalır… Demem o ki, bugüne kadar sorunlarımızı birbirimizi itham etmeyerek çözdük. Bundan sonrası için de temennim o…

İBRAHİM KOCAMIŞ