İzmir Ekonomi Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde Enerji Politikaları uzmanlık alanlarında Profesör olan Mehmet Efe Biresselioğlu, aynı üniversitenin Lisansüstü Eğitim Enstitüsü Müdürlüğünü ve Sürdürülebilir Enerji Anabilim Dalı Başkanlığı görevini de yürütmekte. Bunun yanında Avrupa Enerji Araştırmaları Birliği’nin (EERA) “e3s” ortak programının yürütme kurulu üyesi ve Akdeniz İnsanları Meclisi’nin de (ACIMEDIT) İzmir Başkanlığı görevini yürütüyor. Biresselioğlu, Türkiye’nin Birleşmiş Milletler tarafından tanınan Libya Hükümeti ile bölgede kıta sahanlığı ve Münhasır Ekonomik Bölge (MEB) sınırını belirlemek için imzaladığı mutabakatın 'oyun değiştirici' olduğunu söyledi.

 

Özellikle pandemi döneminde enerjiye olan ihtiyaç azaldı ve petrol fiyatlarındaki düşüşler bazı listelerde eksi fiyatları gösterdi. Daha sonra piyasa toparladı ama hala istenen seviyelerde değil. Dünya petrol piyasasını kısaca değerlendirir misiniz?

 

Sizin de değindiğiniz üzere, dünya genelinde yaşanan yeni tip koronavirüs, kısaca bilinen adıyla Kovid-19 pandemisi nedeniyle birçok alanda uluslararası sistemler etkilenirken, bu durum aynı zamanda ülkelerin kendi sınırları içerisinde kalmalarına yol açarak, ülkelerarası hareketliliği de sınırlandırdı. Dünya genelinde durma noktasına gelen üretim dinamikleriyle birlikte, uluslararası ticaret hareketliliğinin de önemli ölçüde azaldığını gözlemliyoruz. Başlıca sektörlerden olan ulaşım sektörüne de olumsuz yansıyan bu pandemi süreci, insan hareketleri ile birlikte, yurtiçi ve yurtdışı yolculukların da olabildiğince kısıtlanmasının doğal bir sonucu olarak enerjiye olan talebin düşmesine, özellikle de petrol talebinde azalmasına ve petrol fiyatlarında düşüşe yol açtı. Mart ayı içerisinde 1991 Körfez Savaşı sonrasında ikinci en büyük fiyat düşüşüne tanıklık eden küresel petrol piyasaları, o günden bu tarihe kadar birçok gelişmeye de sahne oldu. Küresel ekonomiyi resesyona sokan ve Orta Doğu'yu yeni krizlere taşıma potansiyeli olan pandemi süreci, özellikle petrol piyasalarında rekabet koşullarının da bozulmasına yol açtı. Bu süreçte ayrıca, küresel petrol piyasalarında temel olarak talep azalması, arz/talep dengesi konusunda yaşanan anlaşmazlıklar ve düşük petrol fiyatlarından dolayı devletlerin depolama yapmaya çalışması gibi durumlara hep birlikte tanıklık ettik. Özellikle Çin’in tecrit kararı vermesi, Petrol İhraç Eden Ülkeler Örgütü’nün (OPEC) en büyük pazarıyla ilgili ciddi kaygılar beslemesine yol açtı. Bununla birlikte, OPEC ile örgüte üyeliği bulunmayan ancak küresel petrol piyasalarının diğer iki önemli oyuncusu olan ABD ve özellikle Rusya arasındaki gerginlik de tırmanışa geçti. OPEC adına uluslararası müzakerelerde liderliği geniş çapta kabul gören Suudi Arabistan ile ABD ve Rusya arasında çelişen çıkarlar, Rusya ile OPEC arasında kurulan OPEC+ ittifakının ortak çalışma kabiliyetinin de sekteye uğramasına sebep oldu. Üç ülkenin de petrol piyasaları üzerinde farklı çıkarları olması nedeniyle, Mart ayından bu yana yaşanan olumlu gelişmelerin dahi fiyatlarda yaşanan rekabeti sonlandırmaya yetmediği görüldü. Pandemi sürecinden bağımsız olarak da bu üçlü uluslararası yapıda, petrolde yaşanan bu kargaşanın farklı şekillerde farklı dönemlerde su yüzüne çıkması oldukça muhtemel görünmekte. 

 

Taraflar adımlarını daha temkinli atacak

 

Ankara, destek gemileriyle birlikte iki sondaj gemisinin sevk edildiği Akdeniz'de ve Fatih sondaj gemisinin Temmuz ayında faaliyete geçeceği Karadeniz bölgesinde hidrokarbon kullanım faaliyetlerini genişletti. Burada Türkiye’nin yaptığı çalışmaları değerlendirir misiniz? Ne kadar yol aldık ve bundan sonra yaşanacak gelişmeler neler olabilir?

Anadolu Ajansı’na Mayıs ayı başında yaptığım değerlendirmede belirttiğim gibi Kovid-19 salgını öncesi pek çok uluslararası aktör, Doğu Akdeniz ve Orta Doğu başta olmak üzere dünyada kilit rol oynayan bölgelerde dönüştürücü politikalar sürdürüyordu. Pandemi sürecinde ise hem düşen petrol fiyatları hem de pandeminin yıkıcı etkileri ile birlikte Doğu Akdeniz'deki donanma ve enerji şirketleri ile arama gemilerinin çalışmaları oldukça azaldı. Aynı zamanda, Türkiye’nin bölgede artan varlığının ve uyguladığı aktif politikanın etkilerini de bu azalmada göz ardı etmemek gerektiğini düşünüyorum. Sonuç olarak, pandemi ile birlikte içe dönük politikalar benimseyen devletler, Doğu Akdeniz planlarına mevcut koşullarda ara vermiş durumdadır diyebiliriz. Ancak, Pandeminin etkilerinin azalması ile birlikte bu durum de değişecektir. Türkiye’nin de son dönemde uyguladığı politikalar ve ikili iş birlikleri ile Doğu Akdeniz bölgesinde önemli kazanımları oldu. Bilhassa, Türkiye’nin Birleşmiş Milletler tarafından tanınan Libya Hükümeti ile bölgede kıta sahanlığı ve Münhasır Ekonomik Bölge (MEB) sınırını belirlemek için imzaladığı mutabakat 'oyun değiştirici' olmuştur. Bu mutabakatın sonuçlarını her geçen gün gözlemliyoruz. Bu mutabakat bölgede kazan-kazan ilkesinin kabul edilmesi ve diplomatik çözüme ulaşılmasına katkı sunacak. Her zaman belirttiğim gibi egemenlik haklarına saygı göstererek doğal kaynakların ilgili taraflar arasında adil dağılımını sağlamak, Doğu Akdeniz’de diplomatik çözümü kolaylaştırır. Hali hazırda iki sondaj gemisi olan Türkiye, alınan üçüncü gemi Kanuni ile birlikte denizlerdeki sondaj kabiliyetini arttırmaya da devam ediyor. Pandemi sonrasında sondaj çalışmalarına başlayabilecek olan Kanuni; Fatih ve Yavuz ile birlikte ülkemizin denizlerdeki sondaj faaliyetlerine önemli katkı gösterecek. Türkiye, alınan önlemlerle birlikte bu salgını düşük düzeyde olumsuz etki ile atlatabilirse küresel yeni yapılanmada avantajlı hale gelebilir. Sonuç olarak, Doğu Akdeniz’deki mücadelenin pandemi sonrasında kaldığı yerden devam edeceğini öngörmek şu aşamada mümkün. Ancak, bütün taraflar adımlarını daha temkinli atacak.

Türkiye’nin bu faaliyetlerine uluslararası alanda verilen tepkiler nelerdir ve Türkiye bu tepkilere karşı nasıl hareket ediyor veya nasıl hareket etmeli?

 

Türkiye’nin Doğu Akdeniz’de attığı adımlara ABD, Avrupa Birliği ve Rusya’dan tepkiler geldi. Öncelikle, Doğu Akdeniz’e kıyısı olan devletlerin ulusal çıkarlarının gözetilmesi kapsamında oluşturulan Doğu Akdeniz Gaz Forumu (DAGF), Avrupa Birliği (AB) ve ABD’nin desteğini de alarak, Türkiye ve Kuzey Kıbrıs Türkiye Cumhuriyeti’ni (KKTC) dışarıda bırakmak suretiyle kurgulandı. Türkiye'nin forumun oluşumunda yer almaması, Türkiye'nin çıkarlarına tavır alma eğilimi olarak algılanabilir. Benzer bir şekilde, Türkiye ile İsrail arasında Türkiye üzerinden ekonomik olarak uygulanabilir bir boru hattı inşa etmeye yönelik ortaklık görüşmelerine de nokta koyuldu. Bunun yerine, Türkiye’yi dışarıda bırakmaya çalışan ve Girit üzerinden Avrupa ülkelerine gaz ihraç etmeyi amaçlayan EastMed doğal gaz boru hattı projesi Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY), Yunanistan ve İsrail hükümetleri arasında imzalandı. Bu ve benzeri gelişmeler karşısında Türkiye ise, Doğu Akdeniz’deki hidrokarbon kaynaklarına ilişkin faaliyetlerinin uluslararası hukuktan kaynaklanan meşru haklarına dayandığının hep altını çizdi. Bölgedeki en büyük kıyı şeridine sahip ülke olarak Türkiye’nin, kıta sahanlığı kapsamında menfaatlerini de korumaya devam ederek, alınan tüm karşı yaptırım uygulama kararlarına rağmen özellikle Doğu Akdeniz’deki egemenlik haklarını korurken, bölgedeki faaliyetlerini de arttırmaya devam ediyor.

Türkiye, avantajlı konumda

 

Uluslararası petrol firmalarının o bölgede bulunması ve Türkiye’nin faaliyetlerine etkisi ne olur? Bu durum uluslararası açıdan ülkemize bir sıkıntı yaratır mı?

 

Türkiye, kararlı duruşu ve attığı somut adımlar ile birlikte dengeleri lehine değiştirmesinin yanı sıra, ilgili bölgede özellikle ekonomik ve lojistik açılardan en avantajlı ülke konumunda. Bu sebeple, uluslararası petrol firmalarının bölgede bulunarak, faaliyetlerinin Türkiye ile ortak paydalar gözetilerek, diğer bir deyişle Türkiye’nin de dahil edildiği farklı modeller kapsamında yürütülmesinin daha yerinde bir tercih olacağı inancındayım. Bu istikrarlı tutum devam ettiği müddetçe, bölgedeki küresel oyuncuların ve diğer ülkelerin Türkiye ile mücadele yerine iş birliği yolları aramaları da kaçınılmaz olacaktır. Ayrıca, ülkemizin teknik alandaki yeni yatırımlar ile kapasite artırma yoluna gitmesiyle de uluslararası firmaların, Ankara ile geliştirilecek iş birliği süreçlerine destek vermesi kaçınılmazdır. Bu süreçte Ankara, bölgedeki enerji kaynaklarının diyalog ve karşılıklı kalkınma için bir köprü görevi görebilmesinin altı çizmekte.

Bu rezervlerin Türkiye ekonomisine katkısı ne olur ve dışa bağımlılık anlamında bir rahatlama getirir mi? Türkiye bu enerji krizinden ne kadar karlı çıkar?

 

ABD Jeolojik Araştırmalar Merkezi’ne göre, Doğu Akdeniz Bölgesi’nde yaklaşık 10-15 trilyon metreküp doğal gaz ve ortalama 1.5-3.5 milyar varil petrol olduğu tahmin ediliyor. İlgili projeksiyonlarda, küresel anlamda ispatlanmış petrol ve doğal gaz rezervlerinin mevcut koşullar göz önüne alındığında kısıtlı olduğunu da dikkate alırsak, bölgenin dünya enerji piyasaları için anlam ve önemini tahmin etmek zor olmayacak. Bu durumda elbette, Türkiye de artan enerji ihtiyacının karşılanması ile enerji arz güvenliğine sunacağı katkılardan ötürü, bölgede önemli bir aktör olma çabalarına hız kesmeden devam etmektedir ve etmesi de normal karşılanmalı.

Türkiye, kendi avantajını yaratmaya devam ediyor

 

Türkiye’nin çıkarılacak ham petrolün işlenmesi konusunda kapasitesi ve altyapısı ne durumda?

 

Türkiye'de petrol rafinaj sektörü, TÜPRAŞ’a ait ve İzmir, İzmit, Batman ve Kırıkkale’de bulunan dört adet petrol rafinerisinden oluşmakta ve yıllık toplam yaklaşık 30 milyon tonluk rafinaj kapasitesine sahip. Ayrıca, İzmir’in Aliağa ilçesinde SOCAR desteğiyle özel sektörün ilk yatırımı olan ve yıllık 10 milyon ton ham petrol işleme kapasitesi olan Star Rafinerisi ile birlikte, Türkiye’de petrol işleme kapasitesi de artış gösterdi. Bununla birlikte, proje aşamasında olan rafineri planlarının hayata geçmesiyle birlikte ilerleyen yıllarda kapasite daha da artacaktır. Tüm bu gelişmeler göstermektedir ki Türkiye altyapı iyileştirme çabalarına ve yatırımlarına yıllar içerisinde devam etmekte. Bu durumda Türkiye’nin, bölgeden çıkarılacak ham petrolün işlenmesi konusunda kendi avantajını yaratmaya devam ettiğini söylemek mümkün.

Satranç oyununa dönüşen Akdeniz denklemi!

Filomuzu 2024 yılı içerisinde genişleteceğiz Filomuzu 2024 yılı içerisinde genişleteceğiz

 

Peki, Yunanistan bu denklemin neresinde? Yunanistan anlaşmazlığı derinleştirmek için hamleler yapıyor. Türkiye bu konuda nasıl adımlar atıyor?

 

Türkiye ve Libya arasında imzalanan ve iki ülke arasındaki deniz yetki alanlarını belirleyen mutabakat, her ne kadar diplomatik açıdan bölgesel dengeleri Türkiye lehine çevirmeye başlasa da bir taraftan Türkiye ile Yunanistan arasındaki kıta sahanlığı tartışmalarını yeniden gündeme getirdi, diğer taraftan da Doğu Akdeniz'de yer alan rekabeti arttırdı. Yaşanan bu gelişmenin akabinde, Yunanistan ile İtalya'nın da hızlıca MEB anlaşmasına varması ise Türkiye'ye karşı atılmış bir adım olarak dikkati çekiyor. Yunanistan’ın bu anlaşmanın öncesinde ise Türkiye’nin Akdeniz’deki varlığını görmezden gelerek GKRY, İsrail ve Mısır ile ayrı ayrı kurulan ittifaklar yoluyla enerjide iş birliğine gitme yönünde adımlar attığı da ortada. Türkiye’nin karşı hamleleri ile birlikte bir satranç oyununa dönüşen Akdeniz denkleminde, diplomasi ve uluslararası hukuk kullanılarak bölgede üstünlük elde edilmesi yoluna gidilmesi, Türkiye’nin lehine görülüyor. Erken davranmasına ve Libya ile yaptığı anlaşma ile avantajlı bir konuma geçmesine rağmen Türkiye, olası bir Yunanistan-Mısır ve/veya Yunanistan-GKRY deniz yetki alanı paylaşımına dair yapılabilecek anlaşmalarla ilgili, ulusal menfaatlerimize zarar verebilecek senaryolar kapsamında tedbirli olmaya ve uygun stratejiler geliştirmeye devam etmeli.

Editör: Haber Merkezi