40 yılı aşkın bir süredir P&I ve tekne makina sigortacılarının Türkiye temsilciliğini yapan alanının lider şirketlerinden Omur Marine, “Yeni Türk Hukuku Uyarınca Kurtarma” isimli eğitim seminerini gerçekleştirdi. Altunizade Mercure Hotel’de düzenlenen seminere İMEAK Deniz Ticaret Odası (DTO) Meclis Kabiti Barış Türkmen, Ekonomist Harun Şişmanyazıcı, Omur Marine Genel Müdürü Ahmet Can Bozkurt ile çok sayıda sigorta brokeri, kaptan ve denizcilik sektörünün çeşitli alanlarında faaliyet yürüten isim katıldı. Büyük ilgi gören seminerde, İstanbul Gedik Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Kerim Atamer bir sunum gerçekleştirdi.

 

Kurtarma hukukunu milletler arasında düzenleyen iki tane sözleşme olduğunu belirten Prof. Kerim Atamer, “İlki 1910 yılında yapılan bir milletlerarası sözleşmedir. Bu konvansiyon deniz hukuku alanında kabul edilmiş ilk iki sözleşmeden biri. Türkiye bu sözleşmeye 1955 yılında katılma belgesini sundu ve 16 Eylül 1955 yılında taraf oldu. Dolayısıyla bu sözleşmenin hala taraf ülkesiyiz” dedi.

 

Sözleşmenin hangi hallerde uygulama alanı olacağına dair açık bir hüküm içerdiğini aktaran Atamer, “Buna göre, eğer kurtaran veya kurtarılan gemi, bir sözleşmeye taraf olan ülkenin bayrağını taşıyorsa bu sözleşmeye uymalı. Bu şu demek; biz kurtarılan geminin bayrağına hiç bakmadan, kurtarma işlemi gerçekleştiriyoruz. Eğer Türk bayraklı bir gemi kurtarma işlemini gerçekleştirmişse kural olarak sözleşmeye uyması gerekmektedir. Dolayısıyla bir dava açılırsa kural olarak 1910 sözleşmesinin uygulanması gerekiyordu. Nitekim 1989 yılında yeni bir milletlerarası kurtarma sözleşmesi kabul edildi. Bu sözleşmeye Türkiye 2014 yılında katılma belgesini teslim etti ve 2015 yılında da sözleşme Türkiye açısından yürürlüğe girdi” deyi konuştu.

 

 

1989 sözleşmesi Türkiye’ye iç hukukta düzenleme yapma hakkı yarattı

 

1989 sözleşmesinin 30. maddesinin iç hukukta farklı düzenleme yapma hakkını öngördüğünü aktaran Atamer, “Türkiye bu çekinceden yararlandı. Sözleşmeye katılma belgesinde denildi ki Türkiye 30. Madde çerçevesinde ilk iç hukukta düzenleme yapma hakkını saklı tutmaktadır. Sözleşmenin uygulama alanı 2. maddesinde belirtilmiştir. Bu sözleşmenin düzenlediği konularda mahkemede veya hakem nezdinde dava açılacak olursa veya bir uyuşmazlık gündeme gelecek olursa, bu milletlerarası sözleşme uygulama alanı bulacaktır. Bu sözleşmede eskilerde tercih edilmeyen bir yöntem tercih edilmiştir. Ve şuna bakılmıştır. Eğer taraf olan bir devletin mahkemesinde veya tahkim heyetinde dava açılmışsa milletlerarası sözleşme uygulama alanı bulmaktadır” ifadelerini kullandı.

 

Türkiye 30. maddedeki çekincelerden yararlanmadı

 

Türkiye’nin sözleşmeye taraf olduğu tarihten bu yana açılmış olan davalarda milletlerarası sözleşmenin doğrudan uygulama alanı bulduğunu dile getiren Atamer, şöyle devam etti: “Biz Türkiye, milletlerarası taahhütleri, devletlerarası hukuk yükümlülükleri çerçevesinde milletlerarası sözleşmeyi doğrudan uygulamak zorundayız. 2011 yılında yeni hükümler olarak getirilmiş olan düzenlemeler, sözleşmenin doğrudan yürürlüğe girmesiyle birlikte etkisini kaybetti. Artık sözleşmenin düzenlediği konularda biz devletler hukuku bakımından ve Türkiye Cumhuriyetinin taahhütleri bakımından doğrudan sözleşmeyi uygulamak zorundayız. 30. Maddede öngörülen çekincelerden bir tanesi şudur; Eğer uyuşmazlığın tüm ilgili tarafları Türk vatandaşı ise bu taktirde milletlerarası sözleşme bir seçenek sunmaktadır. Türkiye hukuku bunun için milli hukukta düzenleme yapabilir ve diyebilir ki ‘Eğer tüm taraflar Türk vatandaşı ise bu takdirde Türk iç hukukunu yani Ticaret Kanunu’nu uygulayacağım’ diyebilirdi. Fakat Türkiye bunu demedi. TC bu çekinceyi kullanamadı, bundan yararlanamadı. Bu şu demek, eğer kurtaran gemi, kurtarılan gemi, bu gemilerde çalışan gemi adamları, herkes Türk vatandaşı olsa bile Türk Ticaret Kanunu değil, doğrudan milletlerarası sözleşmenin uygulanması gerekmektedir.”

 

 

‘1910 sözleşmesinden çekilmeyi ihmal ettik’

 

Atamer, “Biz Türkiye Cumhuriyeti olarak 1910’daki milletlerarası sözleşmeden çekilmeyi ihmal ettik. Türkiye hala 1910’daki sözleşmenin tarafıdır. Dolayısıyla, ortaya şöyle önemli bir sorun çıkmaktadır. Eğer kurtarma hizmeti verilen gemi 1910 sözleşmesine taraf olan bir devletin bayrağını taşıyorsa o geminin donatanı şunu diyebilecektir. Türkiye hala 1910 sözleşmesine taraf dolayısıyla bana 1910 sözleşmesi uygulansın diyebilir” dedi.  

 

Kurtarma işletmeleri 1910 sözleşmesinden çekilene kadar dikkatli olmalı

Denizkızı Kongresi’ne hazırlanan DÖDER’den destek çağrısı Denizkızı Kongresi’ne hazırlanan DÖDER’den destek çağrısı

 

Türkiye’nin hem kurtaran hukuku hem de çevre konusundaki duyarlılığını göstermek için bir an önce 1910 tarihli sözleşmeden çekilmesi gerektiğinin altını çizen Atamer, “Kurtarma hukuku alanında mutlak surette bu çift başlı rejimin sona ermesi gerekmektedir. Türkiye bir tercih yaptı ve 1989 sözleşmesine göre hukukunu düzenlemeyi tercih etti. Çok doğru yaptı. Bu çok yerinde bir karar. Hem kurtarma hukuku açısından hem de çevre hukuku açısından çok yerinde bir tercih olmuştur. Bu tercihi sonuna kadar götürmek için mutlaka 1910 tarihli sözleşmeden çekilmemiz lazım. O zamana kadar kurtarma işletmeleri kurtarma hizmeti verirken mutlaka şuna dikkat etmelidir. Eğer hizmet verilen gemi 1910 sözleşmesine taraf olan bir devletten geliyorsa o taktirde mutlaka bir sözleşmeye konulacak hüküm ile 1989 tarihli konvansiyonun uygulanması kararlaştırılmalıdır. Böylesi özel bir talep olursa meseleye sözleşme yoluyla bir çözüm getirilebilir” şeklinde konuştu.  

 

 

1989 sözleşmesi kurtarma işletmelerinin lehine önemli hükümler getiriyor

 

Atamer, 1989 sözleşmesine ilişkin ise şunları söyledi: “1989 sözleşmesinin en önemli özelliği şu. Özel tazminat olarak Türk hukukuna çevrilen bir yaptırım var. Eğer kurtaran tarafından çevreyi tehdit eden bir gemi örneğin yanan bir tankere hizmet verilmişse ve kurtarma ücretine hak kazanılamıyorsa bu Özel Tazminat üzerinden masraflarını ve bir bonusu elde etme imkanı var. 1989 sözleşmesi kurtaran işletmelerini teşvik etmek kurtaranların milletlerarası alanda haklarını güvence altına almak için yapılmış, yani kurtarma endüstrisini desteklemek için kabul edilmiş bir sözleşmedir. Ve kurtarma ücretinin belirlenmesinde kurtaranların lehine çok önemli hükümler getiriyor. Özel tazminatla ilgili olarak milletlerarası alanda genel hukuk devreye giriyor. 1989 tarihli sözleşme kurtarma hizmetlerinin daha etkin olması ve kurtaranların daha adil bir şekilde ücretlendirilebilmeleri için esaslı bazı değişiklikler ve yenilikler getirdi. Birçok açıdan kurtarma hizmetinin daha adil ve etkin bir şekilde yürütülmesi ve çevrenin korunması açısından son derece önemli düzenlemeler içeriyor. Büyük yenilikler ve ayrıcalıklar getiriyor. Bizim 1989 sözleşmesinden taraf olma durumunu korumamız ve 1910 sözleşmesinden çekilmemiz şart.”

 

 

7DENİZ – ÖZEL

 

Editör: Haber Merkezi