Röportaj

Türk denizciliği için büyük mücadeleler verdik

Sektörümüzün geçmişten bugünlere kat ettiği her bir adımda emeği olan duayenlerimizden biridir Erol Yücel.

Abone Ol

Erol Yücel ile yaptığımız sohbette yıllar öncesine dönüp Türk denizciliğinin atlattığı serüvenleri de konuştuk, bugünkü maceralarını da masaya yatırdık. “Aslında Türk denizciliğinin ilerlemesi için sektör dışından gelecek yatırımcılara ihtiyacımız var. Yeni gelen yatırımcılardan çekinmememiz lazım. Pasta o kadar büyük ki kimse kimseye rakip olmaz. Sektöre kim girerse girsin Türk denizciliğini büyütecektir” diyen Yücel, DTO’nun kaptan koltuğuna oturan kim olursa olsun onun sonuna kadar desteklenmesi gerektiğini söylüyor ve ekliyor, “Tamer Kıran da daha iyi olsun, başarılı olsun. Bu hepimizin yararına. Bu başarıdan hepimiz istifade etmeyecek miyiz?

Denizcilik sektörünün yaşayan efsanelerinden birisiniz. Uzun yıllar İMEAK Deniz Ticaret Odasında Meclis Başkanlığı dahil birçok görevde bulundunuz. Denizcilik sektörüyle nasıl tanıştınız?

Ben denizci bir aileden gelmiyorum. Okul yıllarımda maden ihracatı yapan bir şirket için gemi araştırması yapıyordum. Çalıştığım şirket gemi bulmak için beni Antalya’ya gönderdi. Orada Ata Küner ile tanıştım ki, tanıştığım ilk denizci de kendisi olur. Ata Küner bana “Yanlış gelmişsiniz. Denizciliğin merkezi İstanbul’dur. Sizin oraya gitmeniz gerekir” demişti ki, ardından İstanbul’a geldim ve araştırmalarım sonucunda Vitali Bansason adlı bir armatörle görüştüm. Bu kadar yıllık hayatımda en etkilendiğim kişilerden birisidir. 800 tonluk gemisi vardı. Ama, Tavrına, hareketlerine bakınca milyon tonluk filo sahibi armatör edasındaydı. Tanıştığım üçüncü denizci rahmetli Ziya Sönmez’di. Ardından Zihni Denizcilik şirketinde Kaptan Ercan Beksaç ile tanıştım. Onlara büyük güven duydum. Ankara’ya gidip raporumu verdikten sonra da Zihni ile çalışmaya başladık. İlk gemimizi de onlar vasıtasıyla kiraladık ve rahmetli Ercan kaptan yükleme işlemleri için bizzat Alanya’ya gelerek yükleme sonuna kadar benimle kaldı ve her işimizi halletti. Allah rahmet eylesin. Bana çok katkısı olmuştur.

O dönemlerde nasıldı Türk denizciliği?

O dönemlerde özel sektör denizciliğinden bahsetmek pek mümkün değildi. Bu durum 1975’e kadar da böyle devam etti. Askerliğimi Kıbrıs Harekatı’nda yaptım. Bu Harekat Türkiye’nin denizciliği ihmal ettiği gerçeğiyle karşılaştığı önemli bir durumdur. Ambargolar ve birtakım sıkıntılarla beraber 15 Ocak 1975’te 7/9245 Sayılı bir Kararname yayınlandı. Bu kararname, denizciliğin ilk yol haritasıydı. Bugün konuştuğum her yetkiliye o kararnameyi gösteriyor ve Türk denizciliğine katkı sağlamak istiyorsanız bu kararnameyi model kabul edin diyorum. GİSAT Fonu adı altında fon kuruluyordu. Denizcilere ‘altından su, üstünden hava geçer’ denilip kredi verilmediği için devlet bu duruma tabiri caizse el atıyor; inşa edilecek gemiler için %5 öz kaynağı denizciler veriyor, %95’i de kredi olarak sağlanıyor. %95’in %75ini de Merkez Bankası veriyor. 95’in %25’i ise aracı banka katkısı. Aracı bankalar bunu bile vermediği için devlet her sene 200 milyon liradan 5 sene içinde bir milyar lirayı o fona ‘aracı banka katkısını sağlamak üzere’ vermeyi taahhüt ediyordu. Yani yıllık bütçeden 200 milyon ayrılıyor. Bu şu demek; projeniz kabul edilmişse kaynak hazır. O kaynakla gemi de inşa edebilirsin tersane de… Denizciliğe özel sektörün girişi de böyle oldu ama ne var ki bütün gemiler kızaklarda yarım kaldı. Ülkede döviz olmayınca pek bir şey yapılamadı. Denizcilik sektörü devlet tarafından hep problemli bir sektör olarak görüldü. Oysaki armatörler gemilerini bitirebilmek için Almanya’da işçilerden döviz temin ederek ihtiyaçları olan gemi malzemelerini almaya çalışıyorlardı.  Gemiler tersanelerde yarım kalmış dururken; kredilerin faizleri işlemeye devam ediyordu. Şirketler ek kredi müracaatı yaptıklarında ve ek kredi çıktığında sadece boş yere geçen kredinin faizini karşılıyor ve yatırım için yine elde bir şey kalmıyordu. Keza Haliç ve İstanbul Boğazında faaliyet gösteren tersaneler alt yapısı olmayan, yolu bile bulunmayan Tuzla Aydınlık koyuna çamur deryasının içerisine zorunlu olarak naklediliyorlar.  Sonra Denizcilik hep sorunlu, sorunları bitmiyor ve hep Devletten bir şey istiyordiye niteleniyordu.

1980’lerin başlarına kadarda böyle gelindi. 1980’lere geldiğimizde Türk denizciliğinin 1 milyon 800 bin tonluk kapasitesi vardı. Devletin Deniz Nakliyat firması bulunuyordu. Bu 1 milyon 800 bin tonun içinde özel sektörün payı 600 bindi. Bu 600 binlik küçük filo bir avuç Karadenizli fedakar denizcinin amatör bir zihniyetle atalarından devralarak büyütmeye çalıştıkları bir filoydu. Önemliydi ve değerliydi. Biz şirketimizi 1980’de kurduk. Koster filosu, Akdeniz'in bir anda en genç koster filosu oldu. 3 bin tonluk 1600 beygir Skoda makineli gemiler. Hamal gemiler ama Akdeniz'in içerisinde vızır vızır gelip gidiyorlardı. O zaman ithalatçı veya ihracatçı mal alırken nasıl bir gemi bulabilirim diye bakıyordu. Akdeniz içerisinde 3000 tonluk partiler halinde taşıma standardını biz Türkler belirlemiştik. O filo önce 30 yılını doldurdu. Şimdi de 40 yılını doldurdu.  2023 yılına girdik ve halen “Koster Filosunun Yenilenmesi Projesi” konuşulmaya devam ediyor.

Turgut Özal Hükümeti, enflasyonun yüksek olduğu o dönemlerde yüksek faiz vermek suretiyle halkın elindeki parasını harcamak yerine bankalara kaynak olarak geri gelmesini sağladı. O kaynakta yatırımlara yönlendirildi. Yine o yılların en önemli hareketi TIR filoları oldu. Ardından GİSAT Fonu kapsamı dışında diğer bankalarda da modernizasyon hareketi yaşandı. Yaşanan kabuk değişimi sonrasında normal ticari bankalarda gemi ithalatına kredi vermeye başladı. Öncülerinden birisi Hüsnü Özyeğin’dir. Ufak tefek gemiler alındı ama Türkiye'nin kaynakları kısıtlı olduğu için birçok firma dış kredi kullanma yoluna gitti. Ancak o zaman da bayrak sıkıntısı baş gösterdi. Bütün bunlar olurken Türk deniz ticaret filosu, firmaların aldığı büyük tonajlı tankerlerle 7 küsur milyon tonlara çıktı. Ardından 1985 yılının ithalat rejiminde; ithalattan alınan %5’lik bir vergi bulunuyordu. Her sene yayınlanan ithalat rejimine bakarsanız şöyle yazıyor, %5 vergi alınır (hazır gemi ithalatı hariç). 1985’te birisi o parantezi ya çıkarttı ya da unuttu. Sonuçta gemi ithalatı durdu. Türkiye'nin filosu İran – Irak savaşı sırasında bombalanan büyük tonajlı tankerlerin batırılması sonucunda 7 küsur milyon tonlardan 4 milyon tonlara geriledi. Türkiye yarı yarıya tonaj kaybetti.

Peki denizcilik sektörü bu olay yaşandığında nasıl bir çözüm arayışı içindeydi?

O aralarda biz sürekli bürokrasiyle görüşüyoruz. Rahmetli Özal Eşref Cerrahoğlu ve beni severdi. Benim ANAP'a ilk imzam onun tarafından atılmıştır. Bir gün Ankara'da Necatibey Caddesi'nde ANAP Merkezi’nde DTO yönetimi olarak 4-5 arkadaş Özal'la toplantı yaptık. Özal dedi ki, sizinle pazarlık yapalım. “Gelin ben denizciliği libere edeyim, öyle bir hale getireyim ki sabah satın aldığınız gemiyi öğleden sonra satabileceğiniz serbestlik olsun” Panama, Liberya gibi.   Ancak, sizlerde “Devletten bir şey istemeyeceksiniz” dedi. ‘Tamam’ dedik.

Bu arada, Atatürk zamanında denizcilikle ilgili çıkan 3339 sayılı bir kanun var. 10 yıllık bir süre için çıkarılmış. Denizcilikle ilgili ne ithal edersen et her şey serbest. Gümrükten geçiyor. Kanun, 10 yılın bitimi geldiğindeki bütçe görüşmeleri sırasında bir madde, ile yeniden 10 yıl daha uzatılması sağlanıyor… 10 yıl sonra bir 10 yıl daha uzatılması, derken 12 Eylül 1980’e geliyor. O darbe sırasında kanunun süresi doluyor. Kanunun uzatılması unutuluyor. 3339 sayılı kanun ortadan kalkıyor. Kadük oluyor. Yok böyle bir kanun artık. Gemi ithalatında ne yapılacak, hiç kimse bir şey bilmiyor. Böyle olunca hemen acele bir kanun hazırlanıyor: 2581 sayılı Deniz Ticaret Filosunun Geliştirilmesi ve Gemi İnşa Tesislerinin Teşviki Hakkında Kanun.

Madde 1 – Yurt dışında inşa suretiyle veya hazır olarak satın alınan gemilerle, yurt içinde inşa, tadil veya onarılan gemilerde (yüzer havuzlar dahil) ve bu gemilerin donatım ve seyirlerinde kullanılan makine, teçhizat ve demirbaş ile gemi üretim tesislerinin inşa, tadil, tevsi veya onarımlarında kullanılan makine, teçhizat ve demirbaşlar, ilgili mercilerin müsaadesi şartıyla gümrük vergisi ile ithalde alınan diğer vergi ve resimlerden (damga resmi dahil) muaftır.

Madde 2 – 21/3/1038 tarihli ve 3339 sayılı Kanun yürürlükten kaldırılmıştır.

Madde 3 – Bu Kanun yayımı tarihinde yürürlüğe girer.

Madde 4 -4 Bu Kanunu Bakanlar Kurulu yürütür.

Aradan bir müddet geçiyor. Bu kanuna ilişkin yönetmelik yayınlanıyor. Kanunda aslında bir madde var, diğerleri formalite maddesi. Birinci madde her şey serbest diyor. Bir tek bir cümle. Bu bürokrasi nelere kadir. Nasıl sen o bir cümleyi birkaç sayfalık yönetmelik yaparsın? Orada yoruma muhtaç yeni gemi meselesi geliyor. Yani ikinci el sayılmıyor. Bütün bu engellemelerden sonra 1989 yılına kadar gemi ithalatı duruyor. 1989 senesinde rahmetli Özal bize bu yönetmeliği düzeltin diyor. Biz bir yönetmelik hazırlıyor ve diyoruz ki ‘efendim buyurun bu yönetmeliği böyle çıkarırsanız önümüz açılır’. O da bürokrata veriyor. Özal sonrasında yine bizi çağırıyor. Arkadaşlar böyle yaptılar diyor. Ardından Işın Çelebi ile görüşüyoruz ve bizi sabahın dokuzunda Devlet Planlama Teşkilatı müsteşarına gönderiyor. Böyle olmayacağı, ithal edilecek gemilerle ilgili yaş sınırı koyulması gerektiği bize söyleniyor. DPT Müsteşarı ile inanılmaz bir tartışma yaşadık ve büyük mücadele verdik. Sonunda 2581 sayılı kanuna ilişkin yönetmeliğin değişikliğini böylece yaptık. Bu değişiklik olduktan sonra yabancı bankalar Türk denizciliğine kredi vermeye başladı. Söylemek istediğim şey Türk denizciliği için çok büyük mücadeleler verdik.

Sizce denizci bir ülke olabildik mi?

40 yıl öncesine gittiğimizde 1 milyon 800 bin tonaja sahip bir ülke olarak sınırlı sayıda tersanemiz vardı. Haliç’teki tersaneler, Tuzla’ya gelmemişti. Rahmetli Turgut Özal'ı çamur içinde tersaneye getirdiğim bir gün var. Yani tersaneler öylesine zor koşullarda varlık göstermeye çalışıyorlardı. O günlere nazaran şimdi tabii ki daha iyiyiz. Şükretmesini bilmek lazım. Ancak bugün sektöre baktığımda sıkıntılarının sadece gemi sayısı, tonaj azlığı olmadığı da ortada. Personel sıkıntımız söz konusu. Bence filodan daha önemli olan yetişmiş insan gücü. Denizcilik sektöründe eski olan ailelerin çocuklarına bakın her biri 2-3 lisan biliyor, eğitimli. İşte bana göre Türk denizciliğini büyüten de büyütecek olan da onlar. Gençleri gördükçe gurur duyuyorum, büyük bir inançla geleceğe bakıyorum. Onların varlığını filo tonajından daha önemli sayıyorum.

İMEAK DTO ve Türk Armatörler Birliği geçmişinizden de söz eder misiniz?

İMEAK Deniz Ticaret Odası'nın belki ilk 1-2 yılında yoktum, ondan sonrasında hep yönetimdeydim. Yönetim kurulu üyesiydim, Yönetim Kurulu Başkan vekiliydim. Aslında ben DTO’da ilk muhalefeti başlatan ve liste çıkarın bir kişiyim. Rahmetli Ziya Kalkavan bu hareketime büyük tepki göstermişti. Ama hiçbir zaman bunu sürdürmedi ve her zaman çok iyi ilişkiler içerisinde olduk. Yanılmıyorsam üç oyla falan kaybetmişim. Ezici bir çoğunlukla beni yenilmemiştim. Zaten o yönetim de 1-2 ay içinde istifa etmek zorunda kaldı. Ondan sonra biz yönetime geldik. Rahmetli Ziya Kalkavan, beni, Eşref’ beyi ve Cengiz Kaptanoğlu’nu çağırdı. Dedi ki, üçünüz oturun, içinizden birisi başkan, ikisi de yardımcı olsun. Biz Cengiz Kaptanoğlu’nu Başkanlığa daha uygun gördük. Zira işinden çok sosyal ve siyasi aktivitelere daha fazla zaman ayıran bir kişiydi. Üçümüz de aynı yaştayız. Aramızda ay farkı var.  Şu an bazı şahıslar arasında kırgınlıklar ve soğukluklar olsa da ben veya bir başkası Cengiz beye dese ki bir sorunumuz var gel Ankara’ya gidelim. Bilirim ki hemen birlikte gider. Netice itibarıyla Odanın başarılı olması hepimizin başarısıdır. Buradaki üyelerin her birisinin, başkanın başarılı olması için çalışması lazım. Ben Tamer Başkan’a her zaman söyledim. Bana soracağın danışacağın ne olursa olsun her zaman hazırım. Oda bizim odamız. GİSBİR’de Başkan Murat Kıran'a bakın. Tek başına tersanelerin sözleşmesini yeniden 50 yıl yükseltme başarısını göstermiş mi, gösterememiş mi? GİSBİR’in eski yeri nasıl bir değişime uğradı ve nasıl bir yönetim merkezi haline getirildi. Takdir ediyorum, başarılı buluyorum. Şimdi Murat Kıran’a köstek olmanın sektöre bir yararı var mı? Destekleyeceksiniz ki daha da iyi olsun. Tuzla tersanelerine Yalova tersanelerinin de eklenmesiyle Türk tersaneciliği Dünya çapında bilinen ve kabul görmüş tersaneler haline gelmiştir. Hepimiz gurur duymalıyız. Tamer Kıran da daha iyi olsun, başarılı olsun. Hepimizin yararına. Bu başarıdan hepimiz istifade etmeyecek miyiz? Mücadeleyi seçim sırasında yapacak ve seçim sonrası bırakacaksınız.

Son zamanlarda sektör dışından gemi alımlarını ve sermaye girişini nasıl görüyorsunuz?

Bence başarılı olurlar. Aslında Türk denizciliğinin ilerlemesi için sektör dışından gelecek yatırımcılara ihtiyacımız var. Denizcilik ailelerle bir yere kadar gitti. Hala da devam ediyor ama hepimiz gideceğimiz yere kadar gittik. Ancak denizcilik sektörü sermaye yoğun bir yatırım olduğu için sermayedarların buraya gelmesi şart. Bunu geçmişte de savundum. Yeni gelen yatırımcılardan çekinmememiz lazım. Pasta o kadar büyük ki kimse kimseye rakip olmaz. Sektöre kim girerse girsin Türk denizciliğini büyütecektir.

Tamer Kıran’ın ilk başkanlık dönemini nasıl yorumlarsınız?

Bence seçim sonrasındaki süreci çok iyi yönetemediler ki, bunu da kendilerine söylemiştim. Seçim yapıldıktan bir hafta sonra bilemedin bir ay sonra seçim biter. “Bizim ekip” söylemi bence çok uzun süre devam etti. Bunu da yanlış olarak değerlendirdim. Diğer taraftan Tamer Başkan döneminin Türk denizciliğine artısı çok fazla değil ancak burada pandemi döneminin yaşanmış olmasının payı çok büyük. Beş senelik başkanlık döneminin üç senesi pandemiyle geçti. Ayrıca meclis yapısı da isteyerek kurduğu bir yapı değildi. Meclis başkanıyla yönetim kurulu başkanının ahenk içinde çalışması gerekirdi. Oysaki yönetim kurulu meclis başkanı aleyhine bildiri yayınladı. Yeni meclis başkanın Tamer Bey’le daha iyi diyaloğu olacağını düşünüyorum. İhracatçılar Meclisi gibi birtakım gruplarla DTO arasında köprü görevi yapması bakımından avantaj. Tamer Kıran’ın da daha başarılı olması lazım ama burada hükümetle ters gitmeyeyim dersen politika üretemezsin.

Martı denizcilik ne durumda?

2 adet Supramax tipi gemi işletiyoruz. Gemi almak o kadar önemli değil. Cevaplanması gereken bir sürü soru var: Gemiyi alıp ne yapacaksın? Hangi gemiyi alacaksın? Alacağın gemi uluslararası kurallara uygun mu? Aldıktan sonra o kurallara uymazsa çalıştıramazsın, o zaman ne olacak? Böyle baktığında önümüzdeki dönemde gemi 12 mil gidiyorsa 6 mile düşecek. Dolayısıyla çok sayıda gemi hurdaya çıkacak. Bu kurallar inanılmaz can yakacak. En yeni proje 3-5 senelik. Yeni proje yapılması lazım. Gemi neyle çalışacak? Şu anda bir belirsizlik var. Kuru yükte çok az sayıda gemi inşa ediliyor. Şu anda piyasalarda sıkıntı mevcut. Dünya ticaretinin yarısını Amerika ile Çin yönetiyor. Bu iki ülkenin durduğu yerde her şey bitiyor. Bugünden sonrasını çok iyi izlemek lazım.

2022 nasıl geçti, 2023’ten beklentiniz nedir?

Ben 2023 yılında denizciliğin hareket kazanacağını düşünüyorum. Net bir tarih veremem ama yukarı yönlü hareketin başlayacağını öngörüyorum. 2022’nin başı yüksekti sonra baş aşağı gitti. Mesela supramax segmentinde bir geminin 2022 yılbaşındaki günlük kazancı 30 bin dolarsa şimdi bu 8 bin dolara inmiş vaziyette. İyi izlemek, iyi gözlemlemek lazım.

Onca yıllık deneyim ve tecrübeniz neticesinde denizciliği bir meslek olarak nasıl değerlendiriyorsunuz?

Denizcilik zor. Yani 24 saat canlı canlı heyecan yaşadığın bir iş kolu. Sevmezsen yapamazsın. Seversen heyecanlı, güzel bir meslek. Denizcilikte gece 12’den sonra telefon çaldığı zaman hiç hayra alamet değildir. 2002’nin Ekim ayında New York’ta bir gemi teslim aldık ve Cezayir’e bir sefer yaptık, oradan da Antwerp’e gittik, benzin yükledimk New York'a benzin götürdük, tekrar boş geldik, bir daha benzin yükledik İngiliz kanalında bizden önce çarpışıp batan bir tane araba gemisinin enkazının üzerine çıktık. Rotterdam’da tersanede 10 ay yattık. Denizde her an her şey yaşanabileceğini bilecek, kötü haber duymaya da hazır olacaksın.

Bize son olarak biraz hobilerinizden bahseder misiniz?

Ben aslında bilgisayarcıyım. Yedek subay okuluna girip kura çekmedim. Direkt Kara Kuvvetleri’ne OBİM subayı olarak tayin oldum. Türkiye’de ilk defa kurmay subayların hepsinin bilgi işleme aktarılmasını ben yaptım. Genelkurmay Başkanlığı yapmış Org. Hüseyin Kıvrıkoğlu ile o zaman yarbayken beraber çalıştım. Çok iyi arkadaşımdır. O’na geleceğin Genelkurmay Başkanı olabileceğini söylemiştim. Mesela en fazla parayı bilgisayara yatırırım, hepsinin yenisini almayı severim. Hep en son teknoloji ürünleri alırım. Teknolojiyi çok iyi takip ederim. Denizcilikle ilgili her şeyi de takip ederim.  Bunun dışında yağlı boya resim yaparım. Çok vaktim olmuyor ama kaç tane öyle yarım kalmış resmim var. Evde kızlarıma büyük ebatlı birer resim yaptım. Kimse benim yaptığıma inanmıyor, o kadar büyük. Güzel resim yaparım ama vaktim yok.

KAYNAK: 7DENİZ DERGİSİ