Röportaj

Denize adanmış bir ömür

“Çıktığın yolda, bugün, yelken açık yapyalnız, Gözlerin arkaya çevrilmeyerek, pervasız, Yürü! Hür maviliğin bittiği son hadde kadar! İnsan, alemde hayal ettiği müddetçe yaşar.”

Abone Ol

Bu dizeler bizi denizciliğin anlam dünyasına doğru yolculuğa çıkarıyor. Denize aşık, adanmış bir ömür, emekle, çabayla örülmüş paha biçilemez dolu dolu bir hayat. 58 yıllık profesyonel denizcilik hayatında, sevgi, özveri, tutku, cesaret, kararlılık ve sabırla kendi alanının ‘en’leri arasına adını büyük harflerle yazdıran dev çınar Kaptan M. Behzat Esinduy... Yarım asrın üzerindeki denizcilik serüveni boyunca denizin ABC’sini yazan bir isim. Kaptan Köşkü’nün ilk söyleşisini yaptığımız duayen denizci Uzakyol Kaptanı M. Behzat Esinduy, “Kolayı herkes yapar, güzel olan zoru başarmaktır” diyor.

Türk denizcilik sektörünün duayenlerinden Kaptan M. Behzat Esinduy, yarım asırdan fazla yaptığı kaptanlık serüvenine nasıl başladı? Yol hikayenizi dinlemek isteriz…

Kadıköy Haydarpaşa Fen Lisesi mezunuyum. Liseden sonra iki üniversitenin sınavlarına girdim ve hem güverte hem de makine olmak üzere ikisini de kazandım. Çünkü Haydarpaşa Fen Lisesi çok iyi bir okuldu. Babam, mali gücünün yetersiz olduğunu ve teknik üniversitedeki masraflarımı karşılayamayacağını söyleyerek Yüksek Denizcilik Okulu’na gitmemi önerdi. Gözümü denizde açan biriyim. Kalamış Körfezi’nde büyüdüm ve bütün gençliğim denizde geçti. Fenerbahçe’de ortaokul 1. sınıftan itibaren 6 sene kürek çektim. Yüksek Denizcilik Okulu’na girdim. O zamanki eğitim sistemi şu an ısrarla istediğimiz türdendi. Maalesef bu konuda iyiden kötüye gidiyoruz. Biz, Ulaştırma Bakanlığı adına okuduk. Stajlarımızı Deniz Nakliyat gemilerinde yaptık. Son sınıf tamamen denizde geçti. Okul birincisi oldum. Birinci olanlar hemen Deniz Nakliyat’a giriyordu. Bende beklerken sınıfımdan Behçet adında bir arkadaşım demokrasiye aykırı olduğu gerekçesiyle itiraz etmiş ve kura çekilmesini istemiş. Behçet kurada benim istediğimi çekiyor. Ve böylece profesyonel denizcilik hayatıma Sivas Tankeri’nde başladım. Bugün su bile taşıtmayacakları Sivas tankerinde çalıştığım 9 ay boyunca sülfürik asit taşıdık. Üstelik İtalya’dan yüklüyordu. Bazen dibi deliniyordu, tamir ediyorduk. Tank kapakları açık olduğundan kıyafetlerimiz deliniyordu. Maske, eldivenler, lastik çizmeler ile duruyorduk gemide.

Askerde yedek subaya verdiler. Burada sınıf birincisi oldum. Gideceğimiz gemiyi seçecekken benimle beraber askere gelen Behçet yine itiraz etti ve yine benim istediğimi, Şarköy gemisini çekti. Arabalı vapurdu. Askeri yük taşıyorduk. Askerden sonra Deniz Nakliyat’a döndüm. 1970 nisan ayı Kaptan Asım Alnıak tankerine ikinci zabit olarak atandım. Aralıklı olarak iki buçuk sene çalıştım. Yaz aylarında ailemi sefere götürebilmek için bir seferliğine şileplere gidiyordum. Alnıak Tankerinde 1971 senesinde birinci zabitliğe terfi ettim. 1973 senesi eylül  ayında bizi Japonya’ya Rauf Bey Tankeri’ni almaya gönderdiler. Rauf Bey o zamanlar Türkiye’nin en büyük tankeriydi ve çalıştığımız klasik tankerlerden çok farklı olarak kapalı sistem yükleyip boşaltan ve hiç bilmediğimiz Inert gas, crude oil wash, self stripping gibi otomasyon sistemeler ile donatılmış bir gemiydi ve biz bu sistemler hakkında hiçbir eğitim görmeden gemiyi almaya gönderildik. Gemiyi teslim alıp Aralık 1973’te Japonya’dan hareket ettiğimizde gemide bu çeşit otomasyon tankerde çalışmış hiçbir personel yoktu.

‘İyi bir İngilizce bilmezseniz bu işi beceremezsiniz’

Tüm öğrencilere altını çizerek anlattığım bir şey var ki o da ‘İyi bir İngilizce bilmezseniz bu işi beceremezsiniz’dir. Hiç denize çıkmayın. Karada da bir şey yapamazsınız. İngilizceyi iyi bilmenizi ve yanına Ispanyolca lisanını koymanızı tavsiye ederim. Japonya’da kaldığımız iki ay boyunca Japonlar bize hiçbir şey göstermediler ve instruction book’ları (kullanma talimatı) vermediler. Sadece anlaşmaya göre olması gereken testler ve seyir tecrübesi yapıldı. Testlerden sonra gemiyi aldığımızda hiçbir şey bilmiyorduk. Japonya’dan kalktıktan sonra hemen bütün sistemlerin kullanma talimatlarının çalıştırma ve bakım tutum sayfalarının tercümesini yapıp gemiyi yüklemeye hazırlamaya çalıştık. İlk yüklemeyi hiç unutamam! ilk defa sadece ben değil zabitler ve mürettebat da endişeli idiler ama saatte 10.000 tonla yüklediler gemiyi. Ve her şey gayet iyi gitti. Problemsiz ilk yüklememizi yapmıştık ama klasik tankerlerde alıştığımızın tam aksine yüklerken yükü hiç görmedik. Sadece otomatik tank ullage’lere bakıyorduk. Eğer biz yeterli İngilizce bilmeseydik ne yapardık düşünmek bile istemiyorum.

20 bin tonluk pas içinde, berbat bir gemide çalıştım

1973’ten 1979 aralığına kadar Rauf Bey, Gaziantep ve Amiral Fahri Ülgen’de kaptanlık yaptım.14 sene D.B Deniz Nakliyat’ta çalıştıktan sonra Hong Kong merkezli Gulf East Ship Management firmasına kaptan olarak başvurdum. 1980 yılı Ocak başında Hong Kong’a gittim. 20 bin tonluk pas içinde, berbat bir gemide çalıştım. Daha rezil bir gemiyi hayatımda görmemiştim. O gemide 11 aylık 2 ayrı kontrat yaptım. Madagaskar, Cape Town, Singapur hattında çalışıyoruz. Sonra firmanın genel müdürü o gemide nasıl iki sene çalıştığımı merak edip Hong Kong’a çağırdı. O dönem Türkiye’ye giren zabitin çıkması yasaktı. Ailemi de Hong Kong’a getirdiler. Ve orda operasyon müdürlüğü yaptım.

Çağrıldığım gemi Hürmüz’e girerken vuruldu ve 15 denizci öldü

Dünyanın birçok ülkesinde uzun yıllar yaşadınız. Bize yurt dışı tecrübelerinizi aktarır mısınız? Bu sürenin sonunda sizi yurda getiren ne oldu?

Hong Kong’da genel müdür beni Malta’ya yolladı. Ailemle birlikte Malta’ya gittim. Şirketin sahibi ve o dönemin Malta Cumhurbaşkanı yakın arkadaş olduğundan orda bizi çok iyi karşıladılar. Cumhurbaşkanı talimat vermiş, ‘ne isterlerse yapacaksınız’ diye. Malta’ya gemileri laid up etmek için gittiğimde yer istedim. İstediğim her şeyi verdiler. Çok güzel 2-3 gemilik laid up hazırladım. 81’den 85’e kadar Gulf East adına bu işlere baktım. Malta’da toplam 16 sene kaldım. Beş sene böyle çalıştıktan sonra İran-Irak savaşı sırasında kaptanın hastalanmasından dolayı KKTC’nin 310.000 tonluk  tankerine kaptan olarak katıldım. Kuveyt-Khor Fakkan hattında gittim. Tam bomba hattıydı. Güneş batar batmaz kalkıyor, doğmadan demirliyoruz. Bir gemi güneş doğmadan Bahreyn’e yetişemediği için vuruldu ve 3 denizci öldü. Makine arıza yaparsa yandın. Tam bir kamikaze. Atılan torpillerin makine dairesine gitmemesi için ısıya gelen torpilleri şaşırtmak için baş tarafta havaya steam açıyorduk. Her tarafta kum torbaları. Geceleri seyir feneri yanmıyor. Bombaların arasında, 310 bin tonluk tankerle, gece karanlığında, sıfır ışıkla dört ay çalıştım. Sonra yine Malta’ya döndüm. Döndükten bir ay sonra tekrar çağırdıklarında gitmedim ve istifa ettim. Çağırdıkları gemi 15 gün sonra Hürmüz’e girerken vuruldu ve 15 denizci öldü.

Ardından Malta’da, Türk Fahri Konsolosluğunda görev aldım. Onların gemi acenteliğini de yaptım. 11 yıl boyunca Türk armatörlere hizmet ettim. Türkiye’den her sene gelen 25-30 gemiyi havuzluyordum. Tamirini, bazılarının enspektörlüğünü yapıyordum. Rus bir denizci iş teklifinde bulundu ve Rusların gemilerini bağlamaya, acentelerini ayarlamaya başladım. Gemi adetleri artmaya başlayınca İstanbul’a giderek Grup Kalkara’yı kurdum. Filo 30 gemiyi geçince Malta’dan koparak Moskova’ya transfer oldum. Moskova’da bulunduğum 3 sene boyunca Kalkara hem acentelik yapıyordu, hem de yük bağlıyordu. Ayrıca Rusya’dan ayda 20 bin ton hurda ithal ediyordum. Ardından 1999 yılında Türkiye’de kriz yaşandı. Krizle beraber hurda fiyatları aşağı gitti, gemi navlunları düştü. Gemileri geri vermek mecburiyetinde kaldık.

Ömrümün yarım asırlık kısmını denizcilikte geçirdim

Bu arada gemimi zararına sattım. Sigorta gibi her şeyi temizledikten sonra Kalkara’yı kapattım. Martı Denizcilik Kurucusu Erol Yücel’den gelen teklif üzerine Babel firmasında genel müdür olarak başladım. Bir süre burada çalıştıktan sonra Erol Bey’in yakın arkadaşı Furtrans Yönetim Kurulu Başkanı Faruk Ürkmez kendisiyle çalışmamı istedi. 2002 yılında genel müdür olarak başladığım Furtrans’tan 2016 yılında ayrıldım. Sonra Dubai’de bir firmada yaklaşık iki yıl genel müdürlük yaptıktan sonra yurda döndüm. 77 yaşındayım, ömrümün yarım asırlık kısmını denizcilikte geçirdim ama hala denizi çok özlüyorum. Hala her fırsatta gemilerin makine hasarları da dahil tüm problemleriyle ilgileniyorum. Gemiye girince psikolojik olarak rahatlıyorum.

Mesleğe başlarken gemiye ilk çıktığınız anki duygularınız nelerdi?

Profesyonel olarak ilk gittiğim gemi Sivas tankeriydi. Kaptan Fevzi Meriç’ti. Berbat bir gemi, harika bir kadroydu. Şanslıydım. O zamanlar dostluk, arkadaşlık, saygı, sevgi, kardeşlik vardı. Geminin havası çok güzel olduğundan hiç yabancılık çekmedim. Denizde öyle bir adamım ki, hangi çeşit gemiye gidersem gideyim, hangi milletten insan olursa olsun, hiçbir rahatsızlık çekmiyorum. Kendi atmosferimi yaratabiliyorum. Herkesle gayet iyi anlaşarak kendimi kabul ettiriyorum. Çünkü işimi çok iyi yapıyorum. İşimi çok sevdiğimden benim için istirahat saati önemli değil. Saatlerce güvertede kalabilirim. Sabaha kadar çalışabilirim. Onun için hiçbir gemide yabancılık çekmedim. Bana zorluk çıkarmak isteyenler de oldu ama beceremediler. Çünkü gerektiğinde her şeyi kendim çalıştırabilecek kadar iyi biliyorum işimi.

Geminin kaptanı sabırlı ve sakin olmalı

Kaptanlık yaptığınız süre içerisinde hiç unutamadığınız, duygusal bağ kurduğunuz bir gemi oldu mu?

Girdiğim her gemiyi benimseyen biriyim. Çalıştığım her gemiyi çok sevdim. Ama Süveyş Kanalı’nda Five Valleys gemisine ilk gittiğimde güverteye çıktığım an anlatılır gibi değil. Dehşet bir gemiydi. Güvertede rahat 8 renk boya vardı. Gemideki merdivenlerin yarısı yok. Olanlarından da atlayarak çıkıyorum. Dedim bu nasıl gemi? Köprü üstüne çıktım, Pakistanlı kaptan bana makine dairesinde her gün yangın çıktığını söyleyerek, ‘Allah kolaylık versin’ dedi ve hemen Süveyş Kanalı’nda indi. Gaziantep gibi müthiş bir gemiden her bakımdan berbat bir gemiye girmiştim. Fakat moralimi bozmadım. Kendi kendime ‘sen bu işi yaparsın’ dedim. Zor işi yapmak da bir zevk. Kolayı herkes yapar. Ve o gemiyi iki senede adam ettim. Makine, güverte dahil her şeyi pırıl pırıl yaptım. İki sene sonra ayrıldım. Ayrılırken üzüldüm. Hurda gemiyi yeni gibi yaptım. Önemli olan moralini bozmamaktır. Sinirlenmeyecek, kontrolünü kaybetmeyeceksin. Kontrolünü kaybedersen kumandayı kaybedersin. Onun için gemi kaptanının kati şekilde sakin ve sabırlı olması gerek. Kesinlikle panik yapmamalı.

Kariyeriniz boyunca hangi pozisyonlarda çalıştınız? Kaptanlık yaptığınız dönemde yaşadığınız zorluklar nelerdi?

Kariyerim boyunca, kaptanlık, Malta’da enspektörlük, Hong Kong’da operasyon müdürlüğü, kendi şirketimde acentelik ve iki sene de armatörlük yaptım. Uzun yıllar genel müdürlük yaptım. Her denizcinin başından geçebilecek, enteresan, zor, tehlikeli, hadiseler var. Alnıak tankerinde 2. kaptanken 15 günde bir Mersin’den benzin, gaz, motorin gibi 6-7 çeşit mal yükler Kuşadası’na gelirdik. Derince, Ambarlı’da tahliyeden sonra dönerdik. Bir gün gene Ataş rafinerisinden yüklendik çıkıyoruz. Başta ve kıçta birer römorkör. Ben baş taraftayım. Süvari Ahmet Kalpakoğlu tanıdığım en enteresan adamdır. Hiç konuşmaz. Köprü üstünde de konuşmaz. Sancak-iskele demeyi bile işaretlerle yapar. Mersin’den kalktık gidiyoruz. Geç kaldık dönmekte. Başladılar dönmeye fakat gemi dönemiyor. Ve mendireğin üstüne gidiyoruz. Süvariye ‘demirleri atayım mı?’ dedim, işaretlerle ‘hayır’ dedi. Ve tam yol verdi. Gemi zangır zangır zangırdıyor. Baş taraftayım. Mendirek üstüme geliyor. Römorkörler patlayacağız diye bırakıp kaçtı. Çünkü mendireğe vurduk mu patlarız. Gemide pilot da var. Personele kıça gidin dedim. Mendireğin bitimindeki feneri sıyırdık ama denizin içinde uzanan  kayaların üstüne çıktık. Gemi 15-20 derece yattı. Bir gürültü horrrr hurrrr diye. Bütün o kayaların üzerinden geçtik ve oturdu gemi. Düzeldi ve demirledik hemen. O kadar sağlam gemilerdi ki! Şu anki 20 bin tonluk bir gemi o kayaların üstünden geçsin altı delik deşik olur. Bu hayatımda en çok endişelendiğim andı. Terk etmedim manevra yerini. Ne olacaksa olsun dedim ve bekledim. Pilot bayılmıştı. Mesleği bıraktı. Ahmet Kalpakoğlu köprü üstünde hiç kımıldamıyor. Sadece bıyığı ile oynuyordu. Bu hadise denizde yaşadığım en tehlikeli durumlardan biridir.

Armatörlerimiz elini taşın altına koymak istemiyor

Türk denizciliğinin en tecrübeli kaptanlarından biri olarak sizce gemi kaptanlığı için kariyer planlaması nasıl yapılmalı? Genç kaptanlara önerileriniz nelerdir?

Bu, okuldan başlar. Okulda, ‘denizci misiniz değil misiniz?’ ona karar vermek lazım. Eğer kişi denizi sevmiyorsa, denizci değilse, istediğin kadar eğit, çalıştır, doğru dürüst kaptan veya başmühendis olma imkanı yok. Dolayısıyla okula alırken, ‘denizci olur mu, olmaz mı?’ ona bakmak lazım. Sonra stajlarda öğrencilere gerekli alaka gösterilmiyor. Ücretli stajyer ilanları görüyorum. Çok yanlış. Stajların tecrübeli zabitler, kaptanlar ve başmühendislerin yanında mükemmel bir şekilde yapılması gerek. Ve yine ehliyet aldım hadi beni kaptan, çarkçıbaşı yapın mevzusu çok yanlış. Biz böyle yetişmedik. Ehliyeti aldığımız gibi kaptan olduk demedik. Bu iş tecrübeyle olur. Eğer sen genç bir kaptanın yanında 2. kaptansan, ondan öğreneceğin fazla bir şey yok. Dolayısıyla, tecrübelilerin yanında öğrenmek çok önemli. Öncelikle eğitim sisteminin okuldan başlayarak değişmesi lazım. Öğrenciler ilk senesini denizde geçirerek, oradan aldığı iyi raporla okula devam etmeli. Bir sene denizde olmalı. Sonra kendine dönüp denizci olup olamayacağını sorduktan sonra devam etmeli. Bu bir seneden sonra okula gitmeli. Bugün artık oturduğun yerden her şeyi öğrenebiliyorsun. Bilgiye ulaşmak çok kolay. Bunun pratik ayağı ise sponsor armatör ile olmalı. Bizim armatörlerimiz elini taşın altına koymak istemiyor. Niye kendi talebelerini okutmuyor? Al talebeni okut. Sonra şirketinde staj yapmış, ISM /ISPS’ni , yazışmalarını, dosyalarını bilen birini çalıştır. Retention rate yani şirkette devamlı çalışma notunu yükselt. PSC, Klas ve herhangi bir kazadan sonra sigortanın ilk baktığı hususlardan biridir.

Denizi sevmekle başlar her şey…

Denizcilik geleneği nedir? Denizcilik bilinci nasıl sağlanmalı, kültürü nasıl yaşatılmalı?

Sevmediğin bir işi yapamazsın. Denizi sevmekle başlar her şey. Akabinde deniz bilinci oluşur. Deniz disiplin ister. İş disiplini, iş ahlakı ve öz disiplin şart. Disiplini olmayan insan muhakkak duvara çarpar. Bunlar yoksa denizi çok sevsen bile denizci olamazsın. Deniz kültürünü yaşatmanın başında da yine denizi sevmek geliyor. Mesela bizim ülkemizde ağırlıklı olarak denizciler Karadeniz’den çıkıyor. Çünkü denizci kültürleri oluşmuş.

Denizciliği en iyi yapan ülke Filipinler

Bildiğiniz gibi denize kıyısı olmakla denizci ülke olunmuyor. Dünyayı gezmiş biri olarak “denizci ülkedir” dediğiniz ülke hangisidir?

Bence bugün denizciliği en iyi yapan ülke Filipinler. Ülke yüzlerce adadan oluşan denizci bir ülke. Ve denizcilerden yılda 20 milyar dolar civarında gelir sağlıyor. Oraya gittiğimde denizciliğe bakış açısının farkını net görebiliyorsunuz. Denizcilik kültürü, terbiyesi ve disiplinini nasıl sağladıklarına bakmak lazım. Denizciyi bir fert olarak görmüyor. Denizciye ailesine kıymet veriyor. Acayip bir eğitim sistemleri var. Gidip gördüm, inanamadım. Köyler kurmuşlar, 2-3 katlı konforlu villalar inşa etmişler. Her köyde 500 civarı ev. Buralarda maaşlarından çok ufak bir miktar keserek gemicisinden kaptanına kadar denizcilere evler veriyorlar. Çarşısı, okulu, hastanesi her şeyi var. Yani denizcinin ailesine kıymet veriyorlar. Bu adamlar gemiye ‘hepimiz bir aileyiz, burası hepimizin’ bilinciyle çıkıyor. Senede 2-3 kere armatörler Manila’ya gidiyor ve burada denizcilere ve ailelerine çok büyük bir parti veriliyor. Armatörler servis yapıyor. Denizciye verilen kıymete bak! Denizcilere aile gözüyle bakılıyor.

Denizcileri psikolojik olarak mahvettiler

Denizcilik sektörü Covid-19’dan çok etkilendi. Pandemi sürecini nasıl yorumluyorsunuz?

Yaratılan korku dünyasının bilerek yaratıldığını düşünüyorum. Nasıl virüs yaratıldıysa bu korku dünyası da öyle yaratıldı. Çünkü arkasından beklenenler ortada. Robotlar, çipli insanlar, dijital para. Anlamak için Tayvan’a, Belarus’a, Singapur’a bakmak yeterli. Normal hayatlarında hiç değişiklik yapmadan sadece bilinçli olarak her fert kendini korudu ve vaka sayısı da ölüm oranı da diğer ülkelere göre çok az. Bu salgında en büyük eziyeti denizciler yaşadı ve hala yaşıyorlar.  Denizcileri psikolojik olarak mahvettiler. Kontratları bitmesine rağmen evlerine gidemiyorlar. Gemilerde kaldılar. Halbuki gerekli tedbirler alınarak personel değişiklikleri problem olmadan yapılabilir.

Karantina sonrası yeni normaller gelmeye başladı. Dijitalleşmeyle birlikte şirketler de bazı yeniliklere gitti. Yeni adımlar attılar. Sizde bir değişiklik var mı?

Yok. Ben onlara katılmıyorum. Hele sosyal mesafe sözüne hiç katılmıyorum. Fiziksel mesafe dersen anlarım ama sosyal mesafe çok tehlikeli bir söz. Yaratılmak istenen en tehlikeli şey bu. Amaç sosyal mesafe ile insanları birbirinden uzaklaştırmak. Fiziksel mesafe değil, sosyal mesafe diyor. İnsanları birbirinden uzaklaştırıp evlere, ekranlara hapsetmek istiyorlar.

Üzülmemek elde değil!

Türkiye, çok fazla denizci yetiştirebilir ama denizciyi sadece bir gemi adamı olarak görmeyeceksiniz. Aile olarak ona değer vereceksiniz. Siz de onun bir ailesi olacaksınız. Ve adamlar önemli olduklarını hissedecekler. Emek vereceksiniz. Değer vereceksiniz. Yoksa bu sistem ve mantalite ile biz dünyadaki diğer denizci memleketlerle rekabet edecek sayıda ve anlayışta denizci yetiştiremeyiz. Eğer denizci okullarına öğrenci alış sistemini değiştiremiyorsanız yukarda bahsettiğim müfredat değişikliğini sağlayın ve okulları yatılı yapın. Bunları her fırsatta senelerdir söylüyoruz ama maalesef hiçbir ilerleme kaydedilmiyor ve nihayet kaptanı da mühendis yaptılar. Üzülmemek elde değil!

Kaynak: 7DENİZ DERGİSİ MAYIS-HAZİRAN SAYISI

Röportaj: İbrahim Kocamış