ABDʹde Donald Trumpʹın zaferiyle sonuçlanan başkanlık seçiminin merakla izlendiği coğrafyalardan biri hiç kuşku yok ki Asya-Pasifik bölgesi. Öyle ki, seçim sonuçlarına dair ilk bilgilerin ulaşmasıyla birlikte, siyasilerden önce ilk tepkileri ekonominin atardamarı konumundaki borsalar ve kurlar vermeye başladı.
Seçimin sonucu ne olursa olsun ve kim başkan seçilirse seçilsin ortaya çıkan sonuç, ABD yönetiminin bölgedeki ülkelerle ikili ilişkilerinin ötesinde bir anlam taşıyor. Bunun da sebebi, ABD’nin son dönemde Asya Yüzyılı başlığıyla gündeme getirdiği ve özellikle doğrudan Asya-Pasifik bölgesini etkileyecek politikalarını hayata geçirmeye başlamış olması. Son on yılda, 1. ve 2. Obama yönetiminin Asya-Pasifik açılımına, Çin’in bu politikaya tepkisine ve bölgede egemenlik sahasını genişletme çabası ve bölge ülkelerinin de ABD-Çin arasında denge politikalarını yeniden güncelleme çabalarına tanık olundu. ABD’nin bölgeye yöneliminin ardından çoklu ilişkiler dönemi başladı.
Bir yanda ikili ilişkiler, öte yanda bölgesel işbirlikleri geliştirilirken, bu süreçte birbirine muhalif olduğu iddiasındaki güçler arasında dahi yeni anlaşmalar gündeme geldi. Obama yönetiminin bu politikasının seçim sonrasında oluşacak yeni yönetim tarafından da genel itibarıyla devam ettirileceğini söylemek mümkün. Nihayetinde ABD yönetimleri, ʹABD’nin çıkarlarıʹ eksenli politikalar yürütüyor ve bu işleyiş, bugünden yarına değişecek politikalara izin vermiyor.
Obama dönemi Asya-Pasifik politikaları
Geçen on yıllık süre zarfında Obama yönetiminin bölgeye yönelik politikalarında öne çıkan hususlar arasında, Çin’in bölge denizlerinde askeri ve sivil yapılanması, Kuzey Kore’nin nükleer silah projesi, Güneydoğu Asya topraklarında, genel itibarıyla Malay dünyası adıyla anılan ülkelerde DEAŞ gibi küresel terör örgütlerinin ve bu tür yapılara çeşitli bağlamlarda eklemlenebilme özelliği taşıyan oluşumların varlığını hatırlamak mümkün. Ancak hiç kuşku yok ki, Obama yönetimi Asya-Pasifik bölgesini siyasi, ekonomik ve askeri bağlamlarıyla bir bütün olarak ele alıyordu. Bölgede rakip bir güç olarak ortaya çıkan Çin’e karşı Japonya, Avustralya gibi geleneksel müttefikleriyle ilişkilerini günün şartlarına göre daha da geliştirirken, Vietnam gibi ‘tarafsız’ veya Laos gibi ‘Çin yanlısı’ politikalarıyla öne çıkan ülkelerle de çeşitli alanlarda ittifak arayışları sergiledi.
Obama yönetiminin bu politikalarının ardında, Çin’in özellikle 2010’lu yılların başından itibaren Güney Çin Denizi’nde rakip güçlere imkan tanımama politikasının da kayda değer bir yeri var. Bu bağlamda, ABD tedrici olarak donanma gücünü Güney Çin Denizi ve çevresinde somut bir şekilde sergilerken, bir yandan da ʹuluslararası hukukʹ mekanizmalarıyla Çin’in bölgede fiili durumlar oluşturmasının önünü almaya çalıştı.
Bu süreçte en kritik gelişmelerden biri, özellikle Japonya, Avustralya ve Filipinler’de bir dönem dondurulduğu izlenimi verilen üsler meselesinin yeniden ele alınması oldu. Öte yandan Filipinler’in 2013 yılında Uluslararası Tahkim Mahkemesi’ne yaptığı başvurunun bu yıl temmuz ayında Çin aleyhine sonuçlanması, ABD için uluslararası kamuoyu nezdinde Çin’i köşeye sıkıştırmak için kullanabileceği bir fırsat teşkil etti.
Ancak bu sürecin diğer yanında ise ‘rakip’ konumundaki Çin’in son dönemde tanık olunduğu üzere, Filipinler ve Malezya ile gelişmekte olan geniş çerçeveli ikili ilişkileri bulunuyor. İşin ekonomi boyutunda ise Trans Pasifik İşbirliği Anlaşması (TPPA) geliyor. Sadece bölgeyi değil, küresel ticareti de etkileyecek boyutlara sahip bu girişim, Japonya ve Singapur gibi anlaşmaya taraf olan ülke yönetimlerince desteklenmekle kalmıyor, bir an önce hayata geçirilmesi konusunda diğer ülkelere yönelik bir tür baskı da yapılıyor. Kaldı ki bu oluşumun dışında tutulan Endonezya ve Tayland gibi ASEAN’ın ekonomik büyüklük bakımından birinci ve üçüncü sırasındaki ülkelerinin de TPPA içinde yer alma konusunda istekli olduğu gözlemleniyor.
ABDʹnin tesis ettiği ittifaklar
ABD yönetimini bu bölgeye sevk eden amiller arasında derin bir geçmiş ve ilişkiler ağı bulunuyor. ABD’nin Asya-Pasifik bölgesini dizayn etme çabasında hiç kuşku yok ki, askeri işbirlikleri, ilgili ülkelerle tatbikatlar, askeri üsler konusu birincil öneme sahip. ABD, 2. Dünya Savaşı’ndan bu yana bölgede bu yönde kayda değer adımlar attı. Asya-Pasifik bölgesinde en eski iki ittifak zeminini Tayland ve Filipinler oluşturuyor. Akabinde savaş sonrası dönemde Japonya’nın ulusal ordu yapılanmasına getirilen sınırlama, bu ülkeyi ABD ile zorunlu/gönüllü askeri ittifaka sevk etti.
Kore Yarımadası’ndaki savaşta ABD’nin rolü ve devamında Güney Kore’yle olan bağı, öte yandan Çin’den ayrılan milliyetçilerin siyasi bir çatı altında bir araya gelerek oluşturdukları ‘Tayvan’la yakınlaşması dikkat çekiciydi. Ardından, özellikle Vietnam Savaşı çerçevesinde Hint-Çini’nde güvenlik meselesi bazı komşu ülkeleri ABD’ye yaklaştırırken, ASEAN’ın doğuşuna da vesile oldu. Bu süreçte Endonezya’da 30 Eylül 1965’de yaşanan darbe ve Suharto dönemi, ABD yönetiminin bölgenin bu önemli ülkesiyle ilişkileri geliştirilmesine olanak tanıdı.
3.5 milyon kilometrekarelik Güney Çin Denizi’nde daha 1970’li yıllarda başlayan çalışmalarla deniz altı petrol ve doğal gaz rezervlerine dair bilgilerin gündeme gelmesi, gelişmekte olan on üç ülkeden dokuzunun Doğu ve Güneydoğu Asya sınırlarında bulunuşu, Güney Çin Denizi’nin küresel ticaretin 5.3 trilyon gibi devasa bir ekonomik boyutuna konu olması gibi hususlar, bölgenin zenginliğine ve küresel ekonomideki yerine ışık tutan diğer konular olarak da öne çıkıyor. Öte yandan on ülkenin üye olduğu ASEAN’ın bölge politikalarını şekillendirebilecek ve küresel politikalara yön verebilecek bir siyasi oryantasyon sergileyememesi, 1982 yılında kabul edilen Birleşmiş Milletler Deniz Yasası Sözleşmesi’nin (UNCLOS) bölge denizleriyle ilgili bir temel teşkil etmesi konuları da gözardı edilmemeli.
Clinton: Asya-Pasifik politikalarının mimarı
Cumhuriyetçi aday Trumpʹla girdiği başkanlık yarışını kaybeden Hillary Clinton ABD yönetiminin son dönem Asya-Pasifik politikalarına yön veren bir isim olarak öne çıktı. Yarışı kazanan Trump’un ve yönetimde yer alacak isimlerin, ABD’nin bölgeye dair politikalarını ne yönde geliştireceği merak konusu olsa da, ABD yönetiminin bölgeyle ilişkilerinde kapsamlı değişiklik beklenmiyor.
Ne ABD’nin Asya-Pasifik bölgesinden kolay kolay vazgeçebileceği ne de bölge ülkelerinin önemli bir bölümünün ABD’nin bölgeden uzaklaşmasına imkan vereceği öngörülebilir. Bölge ülkeleri, ‘tek kutuplu’ bir güç yapılanması karşısında yalnız kalmak yerine, en azından ‘iki kutuplu’ yapı çerçevesinde kendi çıkarlarını daha kolay koruyabileceklerine inanıyor. Zaten yakın geçmiş de bunun kanıtlarını ortaya koyuyor.
Clinton’un dışişleri bakanı olduğu 2010 yılında, “Serbest deniz ticareti ABD’nin ulusal çıkarlarıyla bağlantılıdır. Asya deniz yollarına erişim ve Güney Çin Denizi’nde uluslararası yasalara saygılıdır” açıklaması ve ardından Foreign Policy dergisi için kaleme aldığı ve 11 Ekim 2011’de yayınlanan Amerikan’ın Pasifik Yüzyılı makalesi onun ABD’nin Asya-Pasifik politikalarının mimarlarından olduğunun bir kanıtı. Clinton’un gündeme taşıdığı bölgeyle ilgili bu görüşleri, ABD’nin konuyla ilgili politikasının genel çerçevesini oluşturuyor. Clinton işaret edilen makalesinde ‘Asya Açılımı’nı izah ederken, ABD’nin dünya hakimiyeti projesinde uluslararası ticarete konu olan su yollarına verdiği önemi de ortaya koyuyor.
Duterte faktörü
Yeni yönetimin bölgeyle ilgili çalışmalarında akla gelecek ilk ülke hiç kuşku yok ki Filipinler olacak. Filipinler’de yeni bir siyasi figür olarak ortaya çıkan Başkan Rodrigo Duterte’nin ülke dış politikasını ve bu bağlamda ABD ile ilişkileri devletin ilgili karar mekanizmalarıyla değil de ‘bireysel’ çıkışlarıyla yapılandırması ve ABD’yi dışlayıcı bir tutum sergilemesi beklenmedik bir gelişmeydi.
Duterte’nin ABD’de seçim kampanyası dönemine denk gelen çıkışı karşısında ABD yönetimi bu durumu paranteze almış bir görüntü çizerken, seçim sonrasında Filipinlerʹle ilişkilerin öncelikli bir dış politika konusu olarak gündeme gelmesi bekleniyor. Özellikle Filipinler kamuoyu ve ASEAN içerisinde diğer aktörlerle işbirliği sayesinde ABD yönetimi, Duterte yönetiminin dış politikada rota değiştirmesinin önünü almaya çalışacaktır. Bir diğer önemli husus olan TPPA, seçim kampanyası döneminde her iki aday karşı çıksa da ABD’nin bölgedeki rolü için büyük önem arz ediyor. Bu anlaşmanın sadece ABD’nin bir ‘dayatması’ olarak değil, bölge ülkelerinin desteğini alarak gündeme getirilmiş olması önemli. Bu nedenle, Çin’in Tek Kuşak-Tek Yol projesi gibi sadece Orta Asya değil, Güneydoğu Asya’yı da içine alan ekonomi ve ticaret içerikli projesi karşısında yeni ABD yönetiminin kayıtsız kalmayacağı ve üstüne üstlük bölgedeki müttefiklerinin taleplerini de dikkate alarak TPPA’yı pratiğe geçireceği tahmin edilebilir.
Obama yönetiminin başlattığı Asya Yüzyılı projesi, Trump yönetimince gözden geçirilecek yönleri içerebilir. Ancak yeni yönetim dünyanın başlıca enerji, ticaret kanallarına ve jeo-stratejik alanlarına sahip Asya-Pasifik bölgesinde başlatılan süreci şu veya bu şekilde devam ettirecektir.
7DENİZ