Geçmişten bugüne Türk savunma sanayinin kısaca gelişimi

Bir ülkenin, savunma sanayi kurma, idame ettirme ve geliştirme gibi iddialı hedefleri varsa, bununla ilgili politika ve stratejilerini de belirlemesi gerekmektedir. Bu kapsamda ülkemiz, sahip olduğu bugünkü düzeye gelene kadar meşakkatli bir süreci yaşamıştır. Özellikle denizlerde yaşadığımız mücadelede, kendi milli imkanlarımız kapsamında donanma teknolojilerindeki rekabette yer almamız; başta ülkemizin bekası olmak üzere, siyasi, ekonomik ve askeri anlamda birçok yönden durum üstünlüğünü sağlamamıza yardımcı olacaktır. Geriye dönüp baktığımızda, 18. yüzyıldan itibaren söz konusu politikaları oluşturmakta ve strateji belirlemekte yetersiz kaldığımızı söyleyebiliriz. Aslında, 16. yüzyılda cihanşümul, yani küresel, bir politika izleyen Osmanlı İmparatorluğu üç kıtaya yayılmıştı ve denizlere hükmeden bir pozisyon almıştı. Ancak, denizin bir ülkeyi sınırlandırmakla kalmayıp, aynı zamanda iki veya daha fazla parçaya ayırması durumunda, arzu edilen deniz kontrolünün artık hayati bir anlam kazanacağı gerçeğini, sonraki yüzyıllarda kimi zaman göz ardı ettik. Bununla birlikte, 17. ve 18. yüzyıllarda Batı’da görülen askeri gemi teknolojisindeki yeniliklere ilişkin gösterdiğimiz çekingen ve kararsız tavırlar; denizlerdeki üstünlüğümüzü tedrici olarak kaybetmemize sebep olmuştur. 

 

Buna karşılık iyileştirme ve modernleşme çabalarımız olmuş olsa da Batı’yla aramızdaki açılan farkı kapatabilmemiz bir türlü mümkün olmamıştır. 19. yüzyılın ilk yarısında, 1837’de İngiltere’de yelkenli bir gemiye buharlı makine konulması, denizlerde yeni bir süreci başlatmıştır. 1850 ve sonrasında ise yelkenlileri uskurluya dönüştürme sürecine hız verilmiştir. 19. yüzyıldaki endüstriyel devrimin gemi teknolojilerine yansıyan neticeleri kapsamında; ülkemizin, başta İngiltere olmak üzere, yurt dışından gemi sipariş etme sürecinin de başlamasına neden olmuştur. Yurt dışından makine ya da gemi siparişi, o dönem için belki ilk başlarda yanlış bir karar değildi. Ancak eksik olan bir şey vardı. (E) Tümamiral Cem Gürdeniz’in ‘‘Hedefteki Donanma’’ isimli kitabında, bu eksik durum; o dönem itibarıyla donanmayla ilgili olarak felsefi bir temelin oluşturulamaması, doktrin birliğinin ve lojistik alt yapının olmaması ile birlikte netice itibarıyla kurumsallaşmanın sağlanamamış olmasıyla açıklanmaktadır. Bunlar olmayınca, bir kısım iyi niyetli çabalara rağmen, kendi özgün gemi tasarımlarımızı dizayn etmek, üretmek ve geliştirmek de mümkün olamamıştır. Bununla birlikte, yaşanan toprak kayıpları, önceliklerin farklılaşmasına, sonrasında paniğe ve neticede de çöküşe sebep olmuştur.

 

Cumhuriyetimizin ilk yıllarında, Büyük Atatürk’ün deniz gücümüzün temellerinin atılmasına yönelik girişimleriyle sağlanan ivme; moral destek yönüyle birlikte, Türk denizciliği için endüstriyel güç olma hedefini ortaya koymuştur. Denizcilikte endüstriyel güç olma hedefi, bugün de hala geçerliliğini koruyan ve içinde sivil ve askeri maksatları bir arada bulunduran bir gayedir. Elbette, savunma sanayimiz de kendi hedefleri itibarıyla, askerî açıdan denizde endüstriyel güç olma gayesini ön planda tutmaktadır.

Yaşadığımız tecrübelerden aldığımız derslerle sonrasında MİLGEM’le yakalan ivme

Günümüzde ise artık durum çok değişmiştir. Tarihimizde görülen bir kısım olaylar ile birlikte son 30-40 yılda yaşadığımız tecrübeler, bu anlamda çok ders çıkarılmasına neden olmuştur. 1974 Kıbrıs Barış Harekâtı ve sonrasında gelen ABD ambargosu ile 1992’de yaşadığımız TCG Muavenet faciası hitamında, savunma sanayimizin geliştirilmesi yönünde kararlı bir şekilde çıktığımız bu yol; artık geri dönülemez bir safhaya ulaşmıştır. MİLGEM projesinin ortaya çıkışıyla birlikte, ihtiyaçların kurumsal bir yaklaşımla bilgi ve tecrübe ölçeğinde değerlendirilip tespit edilmesi yoluna gidilmiştir. İhtiyaçların tespiti ve olabildiğince milli imkanlarla üretimi ve temini hususunda bir sistem bütünlüğü getirilmeye çalışılmıştır. Stratejik hedef planları ile plan, program ve bütçeleme sistemleri; kimin, neyi, nerede ve ne zaman yapacağına dair bilimsel bir açıklamayı ortaya çıkarmıştır. Bu kapsamda yürütülen kuvvet planlama süreçleri, harp silah araç ve gereçlerimizin milli imkanlar dahilinde üretimini içeren savunma sanayi hedeflerini destekleyici bir mahiyete yönelmiştir. Bu anlamda, geçmişte yaşadığımız plansızlıklardan ve teknolojik gelişmeler karşısında ağır kalan reaksiyonlarımızdan bir hayli ders aldığımız söylenebilir. MİLGEM’de yakalanan ivme, savunma sanayinin diğer kollarına da yansımıştır.

Nitekim, savunma sanayimize ilişkin strateji ve politika esaslarının amacı, 20 Haziran 1998 tarihli Resmî Gazete’de yayımlanmış olup, buna göre: 

-           Ülke güvenliğinin sağlanması için silahlı kuvvetlerin ihtiyaçlarının güvenli ve istikrarlı biçimde karşılanması,

-           Yüksek teknolojiye sahip harp silah ve vasıtalarının yurt içinde üretilmesi,

-           Gerekli teknoloji tabanının oluşturularak üretim tesislerinin kurulması,

-           Kurulmuş bulunan ulusal savunma sanayi tesislerinin teşvik ve desteklenmesi şeklinde ifade edilmiştir. Bu kapsamda, bugün hangi durumdayız? Tabi, konuya deniz araçları ağırlıklı bakacağım.

Açık kaynaklar incelendiğinde, birçok başarılı savunma projesinin hayata geçirildiği görülmektedir. Stratejik planlama çalışmalarında da talep ve ihtiyaçların ciddi olarak ele alındığı anlaşılmaktadır. Bunların idamesi ve yenileri için, sermaye, firma desteği, nitelikli iş gücü, iç ve dış pazarın yaratılması, Ar-Ge harcamaları, KOBİ’lerin katkısı ve üniversitelerle iş birliği gibi hususlarda; geçmişe oranla, çok önemli mesafelerin kat edildiğini söyleyebiliriz.

Mevcut sorunlar; sermaye ve kritik yetenekler

Peki, sorunlar yok mu? Bu konuda dünyanın önemli ülkelerinde nasıl sorunlar varsa, ülkemizde de farklı ancak düzeltilebilir birçok sorun alanı mevcuttur. Değişik raporlar ve değerlendirmeler incelendiğinde; sorun olan alanlar içerisinde iki önemli hususun daha fazla ön plana çıktığı görülmektedir. Bunlar, sermaye ve kritik yetenekler konularıdır. Bu iki husus üretimde sürdürülebilirliği etkileyen en önemli faktörlerdir.

 

Örneğin Savunma Sanayi Başkanlığının 2018-2022 Sektörel Strateji Dokümanında, sektörde genel olarak aktiflerin yüzde 70’inin firma dışı kaynak ile yüzde 30’unun ise firmaların öz kaynakları ile finanse edildiği ancak, özellikle gemi inşa sektörü ile kara araçları sektöründe öz kaynak yetersizliğinin bulunduğu belirtilmektedir. Diğer yandan, kritik yeteneklerin geliştirilmesi kapsamında; 2017 itibarıyla savunma sanayinde toplam Ar-Ge yatırımı 1 milyar 237 milyon dolardır. Bu elbette ki 20 yıl önceki 34 milyon dolarla mukayese edilemeyecek bir boyuttadır. Ancak bu, uluslararası rekabet ortamında yeterli görülmemektedir. Ayrıca, bu sektördeki nitelikli iş gücü istihdamın sanayi sektöründeki toplam istihdama oranının binde 83 olduğunu dikkate alırsak; daha kat edilecek uzun yolumuz olduğunu görebiliriz.

Tabii, mali rakamlar küresel ve milli ekonomimizdeki parametrelere bağlı olarak değişkenlik gösterebilir mahiyettedir. Zaman zaman ülkelerin savunma sanayi bütçelerinde daralma söz konusu olabilmektedir. Ticaret savaşları, bu sektörde yurt dışı pazar rekabetini de kızıştırmıştır. Örneğin 2016’da Fransız DCNS şirketi Avustralya’da 12 adet denizaltı yapımı ihalesini kazandığında, Fransa’da büyük bir sevinç yaşanmış ve dönemin Fransız Savunma Bakanı Jean Yves le Drian yaptığı açıklamada ihaleyi uzun süreli bir evliliğe benzeterek, “…Bu ihale sayesinde ülkemizde binlerce kişi iş imkânı yakalayacak. Avustralya ile 50 yıllığına evlenmiş olduk…” ifadesini kullanmıştır. Ancak diğer yandan aynı Fransız şirketinin rekabetine rağmen HAVELSAN, Pakistan'ın Agosta 90B sınıfı denizaltılarının modernizasyonu projesi kapsamında; bu yıl içinde, Türkiye’nin ilk denizaltı komuta kontrol sistemi ihracatını gerçekleştirmiştir. Bu ve benzeri başarılar elbette ki bizleri gururlandıran ve gelecek için ümit veren güzel örneklerdir.

 

Bununla birlikte ülkemizde, çoğunlukla kamusal sermayeye dayanan sektörün yurt dışında rekabetçi bir çizgiye nasıl ulaşabileceği ve bu rekabetin nasıl yönetilip sürdürülebileceği sürekli gündemde olan ve tartışılan konular arasındadır. Elbette ki, savunma sanayi sektöründe yer alan yerli şirketlerin çoğunluğu, bugünkü şartların farkındalığı içerisindedirler. Ancak nitelikli iş gücü, yüksek teknoloji, dış pazar, Ar-Ge gibi ihtiyaçlar; ekonomik durumun elverdiği ölçüde, şirketlerin kendi profil ve yapılarında da bir kısım tedbirleri almalarını gerektirecektir. Elbette bu kolay olmayacaktır.

Diğer yandan, MSB bünyesinde yeni kurulan Askeri Fabrikalar Genel Müdürlüğü altında askeri fabrika ve tersanelerin birleştirilmesi sağlanmıştır. Bununla birlikte, bilgi birikimi, tecrübe ve teknik altyapının askeri fabrika ve tersanelerde olduğundan hareketle, asli görevlerini aksatmamak şartıyla, fabrika ve tersanelerin sipariş almasına, teklif vermesine, müşterek imalat yapmasına ve ticari girişimlerde bulunmasına olanak sağlayan bir yapı teşkil edilmiştir. Bu sistemin, özellikle askeri tersanelerde mevcut bakım-onarım ve olası üretim faaliyetleri dengesi içinde nasıl bir sonuç vereceği merak konusudur. Mevcut şartlar, yerli şirketlerin gemi inşa alanında öz kaynaklarının yeterli olmaması nedeniyle; kamunun yine itici güç olmasını dikte eden ve sektörün ayakta durmasını sağlayacak şartların oluşumuna yönelik tedbirlerin alınmasını öngören bir görüntü vermektedir.

 

MİLGEM projesinde, hedefi ortaya koyanlar, projelendirenler, üretenler ve kullanıcılar, bağlı bulundukları aynı kurumun çatısı altında ve kurumun sağladığı imkanlar ile aynı motivasyonda hedefe kilitlenmişlerdi. Elbette bu hedefi destekleyen diğer savunma kuruluşları, şirketler ve akademik unsurlar da olmuştur. Şimdi bu ve benzer tecrübeleri, piyasa koşullarında daha ileriye taşımamız gerekmektedir.

 

Eski sıkıntılı şartlar çok geride kalmış olmasına rağmen, gevşeme ve hata yapma lüksü olmayan bu sektörün deniz teknolojilerine yönelik her girişimi; ülkemizin bekası, deniz gücümüz ve ekonomimiz açısından birçok getiri ve fayda sağlayacaktır.

Kaynaklar:

Düzcü, Levent, Dr., ‘‘Yelkenliden Buharlıya Geçişte Osmanlı Denizciliği (1827-1853)’’, sayfa 126, 127, 128, Doğu Kütüphanesi Yayınları, 2017, İstanbul.

Gürdeniz, Cem, Emekli Amiral, ‘‘Hedefteki Donanma’’, sayfa 62, 63, 64, 72, 73, Kırmızı Kedi Yayınevi, 2013, İstanbul.

Mahan, Alfred Thayer, ‘‘Deniz Harbi Üzerine’’, sayfa 53, Doruk Yayımcılık, 2013, İstanbul.

Sağdıç, Kadir, Emekli Amiral, ‘’21.Yüzyılda Nasıl Bir Donanma?’’ Başlıklı Bildiri Metni, KUDENFOR Türk Deniz Gücünün 21. YY Çalıştayı, 31 Ocak 2017, İstanbul,

https://drive.google.com/file/d/0B010J03cpFnVdTVaQjMxYUxHeHM/view (03 Ekim 2019)

T.C. Resmî Gazete, 20 Haziran 1998, Sayı:23378, ‘‘Türk Savunma Sanayii Politikası ve Stratejisi Esasları’’, sayfa 14-19, http://www.resmigazete.gov.tr/arsiv/23378.pdf (03 Ekim 2019)

Türk Donanması'na 4 yeni gemi daha katıldı Türk Donanması'na 4 yeni gemi daha katıldı

T.C. Cumhurbaşkanlığı Savunma Sanayii Müsteşarlığı, ‘‘2018-2022 Savunma Sanayii Sektörel Strateji Dokümanı’’,

https://www.ssb.gov.tr/Images/Uploads/MyContents/F_20190402102925477924.pdf  (03 Ekim 2019)

Öztürk, Zafer, Doç.Dr., Öksüz, Derya Yakıcı, YL Öğrencisi, ‘‘Türkiye’de Savunma Sanayinin Sanayi Sektörünün Gelişim Sürecindeki Rolü’’, Zonguldak Bülent Ecevit Üniversitesi, 2018,

https://www.researchgate.net/publication/330010869_Turkiye'de_Savunma_Sanayinin_Sanayi_Sektorunun_Gelisim_Surecindeki_Rolu (03 Ekim 2019)

https://www.amerikaninsesi.com/a/fransa-avustralya-dan-dev-denizalti-ihalesini-kapti/3306201.html

(07 Ekim 2019)  

22 Kasım 2016 tarihli ve 678 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Düzenlemeler Yapılması

Hakkında Kanun Hükmünde Kararname (KHK) Madde 17, http://www.resmigazete.gov.tr/eskiler/2016/11/20161122-2.htm (03 Ekim 2019)

Erciyes, Murat, METEKSAN Genel Müdürü, ‘‘Türk Savunma Sanayii İddiasını Rakip Ülkeler Seviyesine Getirmeli’’, 30 Eylül 2015, Dünya Gazetesi, https://www.dunya.com/gundem/039turk-savunma-sanayii-iddiasini-rakip-ulkeler-seviyesine-haberi-293438 (07 Eylül 2019)

Zaim, Mehmet, Yönetim ve Teknoloji Danışmanı, ‘‘Türk Savunma Sanayii’nin Yönetiminde Hataya Yer Yok’’, 03 Ekim 2019, Linkedin yazısı.

 

Alp Kırıkkanat

Editör: Haber Merkezi