Madem yaktık gemileri…Hadi cümleten geçmiş olsun!

Evvela gelin şu konuşmakta çok geç kaldığımız hususu eğrisiyle doğrusuyla masaya yatıralım…

Abone Ol

Lafı uzatmadan, dallandırıp budaklandırmadan, çuvaldızı başkasına batırmadan önce gelin iğneyi bir kendimize batıralım. Batıralım ki bakalım ne kadar yanacak canımız… Türk denizcilik sektörü olarak geldiğimiz noktada, ne yazık ki birbirimize tahammül edemiyoruz ve bu gerçekle yüzleşmek istemiyoruz. Uzlaşı kültüründen, biz de değil göründüğü üzere ülkece hayli uzağız. Dolayısıyla yaşadığımız coğrafyada hoşgörünün esamesi okunmuyor. Aslında biz yok edici bir virüsle savaşıyoruz. Ama göremiyoruz.

Çünkü Odamızın hemen hemen her yerini istila eden tahammülsüzlük virüsü içimize öylesine derin işlemiş ki gözlerimizi kör eden hırstan bu gerçeği bile göremiyoruz. Kim ne derse desin birbirimize en yalın ifadeyle “batıyoruz”. İki çift laf etmeyi geçtim aynı mekanda soluk alıp vermek bile istemiyoruz. Artık kim olduğumuzun ya da ne söylediğimizin hiçbir önemi yok. Önemli olan Tamer’ci mi, yoksa Metin’ci mi olduğumuz. Şu damarlarımızda gezinen iktidar hırsı sebebiyle geçmişi sildik. Sildiğimiz geçmiş de üç beş yıllık değil hani! Babalardan hatta dedelerden gelen dostluğu, birlikteliği, yoldaşlığı alzaymır mı olduk da unuttuk bilemiyorum. Hadi geçmişi sildik silmesine ama hangi akla binaen aynı gemide olduğumuzu unutup bugün ve yarınları yok yerine koyuyoruz akıl sır erdiremiyorum. Yahu bu Oda hepimizin. Altı üstü bir başkan seçeceğiz. Bu kadar basit mi diyebilirsiniz. Tabii ki değil ama birbirimize “düşman” olacak kadar da önemli değil.

Bu seçim olacak bitecek. Öyle ya da böyle bir başkan belirlenecek. Asıl önemli nokta şu; nasıl bir güç zehirlenmesi yaşıyoruz da bir başkan seçeceğiz diye birbirimizi “dövecek” hale geliyoruz. Bunun akıl ve mantıkla açıklanacak bir tarafı olduğuna inanmıyorum. Bu olsa olsa “ham”lıktır. (Lütfen alınmayalım İslam ve Tasavvuf dünyasının büyük ismi Mevlana’nın yaşamının özetidir “Hamdım, piştim, yandım”) Neyse ipin ucunu kaçırmadan toplamaya çalışacağım. Seçim yaklaştıkça projeler, fikirler, ardı arkası kesilmeyen toplantılar denizcilik gündemine düştü. İyi de oldu. Keşke hep böyle olsa. Keşke yıllardır seslerini duyurmak için çırpınan balıkçılarımıza daha önce söz verseydik.

Gerçi buna da şükür. En sonunda denizcilik sektörümüzün navlundan ibaret olmadığını görmek de güzel oldu. Saygı ve sevgi duyduğum bir büyüğüm, vakti zamanında “DTO’da navlunun kadar adamsın” diye bir laf etmişti. Dilerim bu düzen biter de denizcilik sektörünün balıkçısıyla, kostercisiyle, sualtıyla su üstüyle, taşımacılığıyla deniz turizimiyle… bir bütün olduğunu görmezden gelmeyiz.  Değinmek istediğim, daha doğrusu naçizane değerlendirmemle eksik olduğuna kanaat getirdiğim bir durumdan bahsetmek istiyorum. Oda olarak bir şeyler yapıyoruz yapmasına, hem de önemli şeyler, lakin “yek vücut” değiliz. Mesela şu DTO’da ve Piri Reis Üniversitesi’nde gerçekleşen Koster Yenileme Projesi toplantıları. Kesinlikle her iki toplantı da çok kıymetliydi. Zaten kostercilerin uzun zamandır can attıkları, dört gözle bekledikleri bir mevzu üzerine büyük bir adım atıldı.

Bu başlı başına bir başarı. Ancak, 2014’te kurulan ve kurulduğu günden bugüne en büyük gayelerinden biri de bu projeyi hayata geçirmek olan KOSDER’in (Koster Armatörleri ve İşletmecileri Derneği) çalışmaları neden görmezden gelindi? Bildiğim kadarıyla DTO Yönetimi “Bu proje bizim” dedi. Doğrudur da olabilir de. Bence projenin kime ait olduğundan çok sektörümüze neler kazandıracağıydı. Neticede kazanan Türk denizcilik sektörü olacaksa varsın DTO’nun olsun, varsın KOSDER’in olsun. İnanın kime ait olduğunun zerre kadar önemli olduğunu düşünmüyorum. Bence bu proje Türkiye’nin milli projesidir. Tabi seçim propagandası olarak değerlendirilmezse…

Bu yapılan her iki toplantıda GİSBİR, KOSDER, GESAD ve DTO işbirliği içinde ortak paydaşlar olarak bir araya gelebilseydi, bu toplandı seçim kokan toplantıdan çıkar ve gerçek bir sorunun çözümüne çare bulunurdu. Bir de tabii koster filosunu yenilemeyi konuştuğumuz toplantıda ne GİSBİR’i ne de GESAD’ı göremedik. Peki ama bu filo yenileneceği vakit yansımaları Türk gemi inşa sanayimize olmayacak mıydı?

Bu ülke topraklarında inşa edilecek gemilerin, sanayimize nasıl yansıyacağını bize kim anlatacak merak ediyorum. Sektörümüzü birden fazla açıdan ilgilendiren toplantıda, şayet tüm taraflar seçim yüzünden bir araya gelemiyorsa yazık bize! Odamızın ve denizciliğimizin geleceğini Metin Bey ve Tamer Bey arasındaki seçim sonucuna bağlıyorsak halimiz duman. Ağır olacak belki ama varsın olsun, derim ki cenazede düğünde bir araya gelmek marifet değil. Marifet, aynı tarafta yer almasak bile sektörümüz için ortak paydada buluşabilmekte. Fikirlere katılmasak da saygı duymakta, birbirimizi dinlemekte ve yarınlar için ortak akılla kararlar almakta. Gelin şu insanlık tarihi boyunca acı ve kederden başka hiçbir kazanımı olmayan güç/iktidar hastalığını atalım bir kenara. Türk denizciliğini ne Metin Başkan ne de Tamer Kıran tek başına bir noktaya taşıyamaz. Eğer kendimizi bugünden daha iyi bir noktada görmek istiyorsak bütün olmaya o kadar ihtiyacımız var ki, biz “tam” olalım da başkan kim olursa olsun!  

İBRAHİM KOCAMIŞ

7DENİZ