Eleştiri, bilhassa kendini eleştirmek toplumuzda pek kabul gören bir şey değil ve bir zayıflık olarak görülüyor. “Yüksek yetenekli birey” olmak ve bu beceri, bilgi, iyi is ahlaki vs. özelliklerin övülmesi veya kişinin kendisiyle övünmesi ise en çok rastladığımız şey piyasada. Halbuki iş idaresi profesörü Collins (2005)’e göre bu bir piramidin sadece ilk giriş basamağı, birinci seviye yani sadece bir başlangıç. Bu başlangıç noktası, diğer bir is idarecisi Maxwell’e göre ise sadece makam gücünden ve bulunulan pozisyonun sağladığı bir görece liderlik yüzeyi: insanlar aslında sadece mecbur olduklarından dinliyor, itaat ediyor veya peşi sıra gidiyor. Denizcilik kadar bir takım işi olan çok az sayıda meslek vardır. Deniz yakıtları (bunker) ikmalcilerinden gemi mürettebatına ve ofis personeline, kiralama ekiplerine kadar bir zincir. Bu bütün, ancak iyi bir liderin ardında dizilirse iyi sonuçlar alınabiliyor ve şirketler karlı, personel de refah içinde olabiliyor. Bugün baktığımızda ise, genellikle bu birinci basamakta takılınıyor. Hatta birçok işletme o basamağa dahi erişemiyor. Sadece “Müdür” veya “Kaptan” olduğu için görece saygı duyulan, karada ve denizde sözü dinlenen ama hakikatte işi biraz bilenlerin peşlerinden gitmek istemediği ama mecburen takip ettiği birçok yönetici var. Varsayalım ki, çok iyi bir yakıt alımcısı var şirkette. İşi biliyor. Nerede yakıt alınır, fiyatlar nasıl, kalite ve miktar sorunları vs. her şeye hakim. Hangi ikmalci veya tüccar güçlü, sağlam… Başına bir Bunkers International veya OW hadisesi gelmeyecek biliyor. Bu kişi eğer ikinci basamak olan “Katkı sağlayan takım arkadaşı” seviyesine gelememişse, pek bir kıymeti yok o kadar birikimin. Bilgi ve yetenek paylaşımı biraz kalbini de ortaya koymayı gerektiren bir iş ama koyunca da insanlar mecburiyetten değil, istedikleri için o kişiyi takip etmeye başlayacaktır. Bilgi aktarımı genel olarak sorunlu bir şey çünkü sadece makamdan, pozisyonlarından beslenen yöneticiler veya genel olarak çalışanlar kendi özgüven eksikliklerinden dolay paylaşmak istemezler. Zaten piramidin en üst noktasında, biraz dervişlik var. Bir paradoks olarak kendini eleştirme, eleştiriye açık olma, alçak gönüllülük var. Sanki en alt basamaktaymış gibi sürekli iyileşme ve iyileştirme isteği var. Bu zirveye ulaşıldığında, insanlar zaten o lideri kendisi olduğu için hayranlıkla takip edeceklerdir ve o kitle başarılı olacaktır. Bunun altyapısında ise ehil ve verimli müdürlük yatıyor. Bir iki basamak altında insanları yetkilendirebilen onları bir hedef doğrultusunda organize edebilen ve onları kendisinden daha iyi noktalara getirmeye çalışan özgüvenli müdürler ancak zirveye ulaşabiliyor. Bugün Türkiye’de birçok denizcilik okulu var. Ayni zamanda Türkiye bugün dünyada önemli bir filonun da sahibidir. En iyi “okul” ise bu gemiler ve bunları işleten şirketlerdir. “Yeterli iş gücünden” bahseden çok var. Yetenekli bireyler yetiştirmek adına bir takım yadsınamayacak faaliyetler var. Ancak bizim esas yönelmemiz gereken nokta; bu 5. Seviye liderleri nasıl yaratabiliriz? Yetenekleri çeşitlendirip nasıl beraber bir takım çalışması içinde Türk denizciliğini üst noktalara getirebiliriz. Bunu mesela Danimarkalılar çok güzel uyguluyorlar. Çinliler de onları kopyalayıp bu değeri Asya için yaratmaya gayret sarf ediyorlar. Türkiye’de yüksek yetenekli birey sıkıntısı hiçbir sektörde yok aslında. Eğitim düzeyi yüksek bir ülke Türkiye. Ancak öğretim aşaması sıkıntılı ve sonuç olarak sadece zemin veya birinci katta kalan birçok yönetici var. Henüz piramit inşa edemiyoruz. Bugün, dünya çapında baktığımızda 10 sene evveline göre Türk kökenli insanların uluslararası denizcilik firmalarında üst düzeylere geldiğini görüyoruz. Sadece 7Deniz Dergisi yazarlarına baksak bile, örneğin Alper Yasar dünya devi Mitsui OSK Lines’ın kiralama müdürü, Can Ertem dünyanın en büyük emtia tüccarlarından Glencore’da deniz yakıtlarından sorumlu kredi müdürü, Hüsnü Murat Erenli de tankercilikte en prestijli firmalardan Stolt Nielsen’de yönetici olarak çalışıyor. Akademik olarak da mesela yine 7Deniz kadrosundan Yrd. Doç. Dr. Okan Duru Japonya ve ABD’de bayrağımızı dalgalandırıyor. Ama yeterli değil, uluslararası düzeyde daha güçlü olmak ve birlik olmak basamak atlamak için şart. Bugün artık dünyanın en büyük yakıt şirketlerinden Cockett’in (Vitol Grubu) CEO’su bile bir Türk olan Cem Saral, Monjasa’nın kredi müdürü Türk: Sinan Utlu, satış başkanı Türk: Ümit Karagöz… Örnekleri çoğaltmak mümkün ama çoğaltmamız gereken esas nokta üst düzey işbirliği ve milli menfaatler doğrultusunda paylaşımdır. Azerbaycan Türkleri de Socar ile büyük bir destan yazıyorlar dünya yakıt pazarında. Bunlarla gurur duyuyoruz ve duymalıyız da ama orada durmamalıyız. Yerel düzeyde zaten bir birlik beraberlik hissi yok. Küçük denizcilik meslek derneklerinde bile bir makam yarısı var. “Sayın başkan” olmak veya “Sayın müdürüm” seviyesine ulaşmak odaklı bir görüş hakim. Ulaşınca da bu konumu korumak üzere bir kapanma, turlu alicengiz oyunları ve politikalar devreye giriyor. Halbuki bilhassa meslek birlikleri kapanma değil açılma makamlarıdır. Ülkeyi yeni pazarlara açma, genç beyinlere yeni ufuklar açma, şirketlere yeni imkanlar açma odaklı olmalıdır. Ancak bu acık fikirlilikle olabilir. Kendini eleştirmekle ve eleştiriye açık olmakla mümkün olabilir. Yaptıklarımızla, elde ettiğimiz görece küçük kazanımlarla ancak “Küçük olsun benim olsun” veya “Sayın…”  düzeyine gelip birinci basamakta kalırız. Hedefimiz en üstlerde yer almak ise, beşinci seviyede lider bir millet, lider bir ülke olabilmek için hepimizin ilk gayesi yeterliliklerimizi birlikteliğe dönüştürmek olmalıdır diye düşünüyorum. Bu birliktelikten doğacak büyük gücün küçük bir parçası olmak, kendi çalıp kendi oynayan küçük bir dünyanın sayın başkanı olmaktan evladır.
Editör: TE Bilisim