Kuzeyin şafağı

 

Avusturyalı kaşif Julius von Payer kuzey ışıklarını şöyle anlatır: “Hiçbir kalemle çizilemeyecek, hiçbir renkle boyanamayacak güzellikte ve ihtişamının kelimelerle tarif edilmesi imkansız.”  Peki, farklı toplumlar tarafından farklı isimlerle anılan bu ışıkların Latince bilimsel adı olan “Aurora Borealis” ne anlama geliyor ve bu ismi ilk kullanan kimdir? Burada karşımıza gözlemsel astronominin babası Galileo Galilei çıkıyor. 1564-1642 yılları arasında yaşamış olan ünlü İtalyan astronom, fizikçi, mühendis, filozof ve matematikçi kuzey ışıklarını gören ilk kişi olmasa da, Latince ismi kullanan ilk bilim insanı olarak kayıtlara geçmiş. Latince kelimelerin Türkçe karşılığı ise ilginç, “Kuzeyin Şafağı”.

 

 

İşi ilginç kılan bir diğer şey de Galileo’nun yaşadığı enlemde kuzey ışıklarının genellikle kırmızı renkte olması. Bu nedenle, Aurora Borealis ismi verilmiş ve Kuzeyin Kızıllığı/Kırmızısı kelimeleri üzerinden sabah şafağı çağrışımı doğmuş. Peki, Galileo eğer Norveç’te yaşasa ne olacaktı? Renkler değişeceğinden isim de değişecek ve “Lux Viridis Borealis” ismini alacaktı, yani “Kuzeydeki Yeşil Işık”.

 

 

Nasıl oluşur?

 

Kuzey ışıkları, güneşten gelen parçacıkların dünyanın manyetik kalkanı olarak bilinen manyetosfere çarptığında oluşur. Bazı parçacıklar dünyanın gece saatlerini yaşayan yarısında manyetosfere nüfuz etmeyi başarır. Güneş fırtınaları manyetosferi sarsarken, bu manyetik koruyucu tabaka içindeki parçacıklar manyetik alan çizgileri boyunca dünyaya doğru geri püskürtülür ve kutuplara doğru yönlendirilir. Bu parçacıklar atmosfere girdiklerinde nitrojen (azot) ve oksijen atomları ile çarpışır. Genellikle 80 ilâ 500 kilometre yükseklikte meydana gelen bu çarpışmalar sonucunda atomlara enerji transfer edilir ve hemen ardından gökyüzüne belirli frekans ve renkte ışık saçılır.

 

 

‘Kuzey insanoğlunun pençesi altında’

 

Kuzey ışıklarının yanı sıra kuzey kutbu denildiğinde akla gelen bir diğer sembol ise kutup ayıları. Batılı tarihçilerin notlarına göre, M.Ö. 4. yüzyılda Akdeniz’de Marsilya’dan yola çıkıp İngiltere’yi dolaştıktan sonra şimdiki Norveç, İzlanda ve Shetland Adaları olduğu düşünülen “Thule” adını verdiği yerleri keşfeden Yunan denizci ve kâşif Pytheas, yolculuğu esnasında mutlaka sevimli kutup ayıları ile karşılaşmıştır. Bu karşılaşma bizlere, bugün Arktik olarak bildiğimiz kuzey kutup bölgesine verilen adın nereden kaynaklandığını yeterince açıklıyor. Bu ihtişamlı hayvanı karşısında ilk gördüğünde Yunan kâşifin ağzından dökülen kelime “Arctos” (Türkçe ayı) bölgenin de ismi oluvermiş. Bölgeye verilen bu isim, bizlere o coğrafyanın gerçek sahiplerinin aslında kimler olduğunu hatırlatıyor.

 

 

Ancak ormanları yakıp yıkan, okyanusları ve atmosferi kirleten insanoğlu şimdi de geleceğini yok etme pahasına pençesini kuzeye atmış durumda. Artık iklim krizine dönüşen iklim değişikliği ve küresel ısınma bu bölgenin de kaderini değiştirmiş durumda maalesef. Bu durum bizlere hem riskler getiriyor hem de fırsatlar sunuyor. 1979’dan günümüze kadar uydularla yapılan ölçüm kayıtlarına göre, geçen 2018 yılı Arktik Okyanusu’ndaki deniz buzu alanı 40 yıl içindeki en düşük üçüncü değeri gösterdi. Güney kutup bölgesinde de durumun pek farklı olmadığını ve Antarktika’nın etrafındaki deniz buzu miktarının tarihi sayılabilecek kadar düşük değerlerde olduğunu vurgulayalım.

 

 

Ocak ayında Arktik Okyanusu’ndaki ortalama deniz buzu alanı 13,56 milyon kilometrekare olarak hesaplandı. Bu miktar, Şubat ayı boyunca biraz daha yükselerek Mart ayının ilk veya ikinci haftasında en yüksek değere (14 milyon kilometrekareden biraz fazla) ulaştıktan sonra Eylül ayı sonuna kadar devam edecek olan azalma süreci başlayacak. Bu durum her yıl aynı şekilde tekrarlanıyor. Bununla birlikte son yıllarda, deniz buzu miktarında kış aylarındaki artış erken kesilmeye, yaz aylarındaki erime ise daha geç sona ermeye başladı. Örneğin; geçen yaz bir rekorla, erime 23 Eylül tarihine kadar devam ederek deniz buzu alanı 4,5 milyon kilometrekarelik değerlere kadar azaldı. Bu değerin, 18 Eylül 2012’de ise bir başka rekorla 4 milyon kilometrekarenin bile altına düştüğünü hatırlatmakta yarar var.

 

 

En fazla kuzey etkileniyor

 

Bu yıl başında yapılan bir araştırma, bir kez daha, dünyada iklim değişikliğinin en fazla hissedildiği yerin kuzey kutup bölgesi olduğunu ortaya çıkardı. Bölgedeki iklim değişikliği etkilerinin artması, yeryüzünün ısı makinaları gibi çalışan atmosfer ve okyanuslardaki dengenin değişme potansiyeli ve sera gazı salınımındaki artışlar bizlere yaşadığımız yüzyılın ilk yarısına kadar çok ciddi ve tahmin edilmesi güç sonuçlar doğuracağına işaret ediyor. Peki, buzlardaki erime başka ne gibi gelişmelere neden olacak? Yeryüzündeki hidrokarbon rezervlerinin dörtte birinin kuzey kutup bölgesinde bulunduğu tahmin ediliyor. Bilim insanları, kuzey kutup bölgesinde 90 milyar varil petrol olabileceği tahmininde bulunuyor.

 

 

Buzların erimesinin bölgede doğuracağı diğer bir fırsat alanı olarak deniz taşımacılığı görülüyor. Hâlihazırda, örneğin Japonya’nın Yokohama Limanı’ndan Hollanda’nın Rotterdam Limanı’na güneyden Hint Okyanusu, Kızıldeniz, Süveyş Kanalı, Akdeniz ve Atlantik Okyanusu yoluyla yapılagelen yolculuğun yerine, Arktik Okyanusu yoluyla kuzeydoğu geçidini kullanarak Rusya’nın Sibirya kıyılarının kuzeyinden yapılması halinde bir gemi 11.200 deniz mili yerine 6.500 deniz mili seyir yapıyor. Yani yolu 4.700 deniz mili kısalıyor. Günümüzde bir kuruşun bile hesabının hassas şekilde yapıldığı denizcilik sektöründe buradan sağlanacak zaman ve yakıt tasarrufu çok önemli elbette.

 

Kargo gemisi köprüyü yıktı, araçlar suya düştü: "Kitlesel can kaybı var" Kargo gemisi köprüyü yıktı, araçlar suya düştü: "Kitlesel can kaybı var"

 

Arktik Okyanusu’nun ortasından kutup noktasına yakın geçen transpolar güzergâhı, Atlantik ile Pasifik Okyanusları arasında gemilere en kestirme geçiş imkânını sunmak için buzların erimesini bekliyor maalesef. Tam bir çelişki içindeyiz aslında. Fosil yakıt kullanımı nedeniyle atmosfer kirleniyor, dünyanın dengesi bozuluyor. Denge bozulunca soğuk kalması gereken kutuplardaki buzlar eriyor. Buzlar eriyince insanlık yeni fosil yakıtlara ulaşma imkânı buluyor.

 

 

Kuzey Kutbu iki kat hızlı ısınıyor

 

Ayrıca son yüzyılda hızla değişen ve gelişen dünyada, endüstriyel faaliyetlerin çevreye etkileri küresel boyutlara ulaştı. Sanayileşmenin bir sonucu olarak tetiklenen küresel iklim değişikliği birçok sorunu beraberinde getirdi. Mevcut durumda küresel iklim değişikliğinin sonuçları Arktik’te dramatik şekilde gözlemleniyor. 2013 yılında Hükümetler arası İklim Değişikliği Paneli (IPCC), beşinci değerlendirme raporu, Arktik bölgesinin küresel ölçekteki değerlere göre dünya üzerindeki diğer bölgelere nispetle iki kat hızlı ısındığını belirtiyor. Her geçen sene bir önceki seneye göre erime artarak devam ediyor.

 

 

Dünya üzerinde, iklim değişikliğinden en çok etkilenen bölgelerin başında gelen burada coğrafi değişim gözlemlenebilir seviyede olup, çok çeşitli sorunları da beraberinde getiriyor. Bu gelişmeler bazı fırsatlar sunmak ile birlikte bazı riskleri de doğuruyor. Bunların Arktik bölgesi başta olmak üzere dünya üzerinde büyük etkileri olacak. Çevre, ekonomi, araştırma ve güvenlik problemleri devletlerin bölge hakkındaki politikalarının odağı haline geliyor. Arktik bölgenin özel karakteristiği sebebiyle uluslararası politik ve yasal çerçevede bazı anlaşmazlıklar da yaşanıyor. Arktik’e kıyısı olan ülkeler; en uzun hata sahip Rusya, ABD (Alaska), Kanada, Danimarka (Grönland) ve Norveç’tir. Bu bölgede ayrıca 30 farklı yerli grup ve yaklaşık 4 milyon insan yaşar.

 

 

Arktik, önemli miktarda doğal gaz ve petrol rezervlerine aynı zamanda birçok doğal mineral kaynaklarına sahiptir. Bu kaynakların çıkarılması için çalışmalar ve yatırımlar hızla devam etmekte olup, buzların erimesi ile birlikte bu faaliyetlerin artarak devam edeceği tahmin ediliyor. Aynı zamanda, balıkçılık, yeni deniz yolları ve turizm gibi yeni fırsatlar da doğmuştur. Yürütülen bütün bu ekonomik faaliyetlerin sürdürülebilir kalkınma odaklı olarak, Arktik ekosistemine zarar vermeyecek şekilde, yüksek güvenlik ve ekonomik standartlara uygun gerçekleştirilmesi için çalışmalar devam ediyor. Özellikle Arktik’te çevreyi koruyucu yüksek seviyede önlemler alınması zaruri.

 

 

Bölgede gerçekleşebilecek herhangi bir çevre felaketi ağır ve kalıcı hasarlar meydana getirecektir. Yüksek kapasiteli araştırmalarla ve güçlü politik yaklaşımlarla Arktik’in geleceği ve sürdürülebilirliği hakkındaki tartışmalarda aktif rol almak, ülkemizin prestiji ve daha da önemlisi gelecek nesiller için çok önemli. Türkiye Antarktika’da edindiği saha tecrübelerini Arktik için de gösterebilecek kapasitede. Ülkemiz Arktik Konseyi’nde gözlemci ve söz sahibi olabilmek için yeterlilikleri karşılamak amacıyla bilimsel çalışmalarını arttırarak sürdürmelidir.

 

 

 

 

 

 

7DENİZ

Editör: Haber Merkezi