Ülkemizin modern tarihinde birçok siyasi, ekonomik ve dış ilişkilerden kaynaklanan uluslararası krizler yaşandı ve yaşanıyor. Bir süredir ciddi bir ekonomik krizden geçmekte olduğumuzdan bahsediliyor. Ayrıca ABD ile olan ikili ilişkilerimizde kriz yaşadığımız genel olarak kabul gören bir husus. Yakın geçmişte yaşanan bir siyasi krizden örnek vermek gerekirse, “anayasa krizi” dediğimde herkesin aklına sanırım aynı olay gelecektir. Türkiye gibi adeta krizle yatan ve krizle kalkan ülkelerde gündem sürekli dolu olduğu için toplumun sadece belli bir kısmını ilgilendiren sorunların ülke gündemine damga vurması pek beklenmez. Hele ki Covid-19 salgını gibi eşi benzerine, en azından yakın geçmişte rastlanmamış bir krizle boğuşurken… 

 

Ancak “konteyner krizi” son günlerde ulusal medyada da yer almaya başladı ve böylece kısıtlı da olsa iş çevreleri dışında da gündem oluşturmaya doğru ilerliyor. Korkarım ki, gidişat bu istikamete olduğu sürece, bu yeni krizimiz bizi meşgul etmeye devam edecek gibi duruyor. En basitinden, ihracatçı malını müşterisine yollayamıyor. Siparişler bekledikçe, işleri yavaşlıyor ve bu durum zaman içerisinde vergi tahsilatından, istihdama kadar birçok yere sirayet etme potansiyeli taşıyor. Krizlere alışık ülkemize konteyner krizi ne eder, elbet gelir geçer diyebilirsiniz. Zaten ihracatçımızın başındaki dert bir değil ki; kur dalgalanmaları, artan hammadde fiyatları, salgından dolayı uluslararası pazarlara açılmada ciddi engeller gibi yakıcı dertler var. Konteyner krizimiz de şurada bir köşede dursun diye düşünebilirsiniz. Haklılık payınız olabilir, biz neler gördük, neler geçirdik gerçekten. Kriz yönetiminde önemli faktörlerden birisi toplum psikolojisidir. Krizlere alışkın olmak size süreci soğukkanlılıkla karşılamak ve yönetmek adına birçok avantaj sunacaktır. Bu, meselenin bir boyutu.   

 

STRATEJİK YAKLAŞIM

 

Herhangi bir konuya bakışınıza göre o konu stratejik bir hal alabilir. Ya da herhangi bir aracı nasıl kullandığınız o aracı stratejik yapabilir. Planınıza uygun olarak yaptığınız her bilinçli hamle stratejiktir. Aynı şekilde, planınızı destekleyecek söz gelimi üç adımın hiç birini doğru ve zamanında atmazsanız, o hamlelerin stratejik olup olmadığının hiçbir önemi kalmaz. Daha öz bir anlatımla, strateji havada asılı bir şekilde sizi beklemez; size doğuştan ya da bulunduğunuz konumun bir hediyesi olarak teslim edilmez. Sizin stratejik yaklaşımınız aynı meselede sizi kazançlı bir konuma taşırken rakiplerinizi açmaza sokabilir. Strateji kurmak, elinizdeki imkânların, size en yüksek faydayı sağlayacak şekilde kullanılması sanatıdır. Sizin için en kötüsü ise herhangi bir plana bağlı olmaksızın tepkisel olarak hareket etmektir ki bu durumda bir oyuncu değil, en fazla başınıza geleceklerin izleyicisi olursunuz.

 

Dünya limanlarında yaşanan ve dolayısıyla ülkemiz limanlarını da ziyadesiyle etkileyen konteyner kıtlığına bu pencereden baktığımızda, basit bir yükleme kutusunun bile stratejik bir araç olarak kullanılabileceği konusunda ciddi veriler toparlıyoruz. İhracatta yüksek hedefleriniz olabilir, ciddi bir üretim gücüne de sahip olabilirsiniz. Ancak iş ihraç malını sevk etmeye geldiğinde bunu bir şekilde yapamıyorsanız çözmeniz gereken hiç beklenmedik bir sorununuz var demektir. Şüphesiz ki Covid-19 salgını hiç olmasaydı böylesine büyük bir krizin yaşanması çok uzak bir ihtimal olurdu. Dolayısıyla bu salgından geçerken herhangi bir küresel odağın bir konteyner kıtlığı planladığını ve küresel ekonomiye dayattığını iddia etmek oldukça zor. Güncel şartlarda bu krizi; küreselleşmenin zaman içerisinde doğurduğu bir dizi dengesizlik ve kırılganlığın, salgın ile birlikte acı bir kriz silsilesi halini alması olarak tanımlamalıyız. Zira dünyada yerleşmiş ticari dengesizlikler ve ticaret savaşları konteyner dağılımını zaten yıllardır olumsuz etkiliyordu. Boş konteyner pozisyonlama her zaman maliyetli ve titiz bir hesaplama gerektirdi. Covid-19 kapıyı çaldığında durum yeterince dengesiz ve kırılgandı. Büyük ekonomilerin ve sırayla bütün ülkelerin kapanması tüm bu olumsuzlukların üstüne tuz biber ekti ve küresel ekonominin kâğıttan kuleleri yıkılıverdi. Sonuç olarak elimizde; 3-4 kat artan navlunlar ve büyük yükleme zorlukları ile kıvranan ihracatçılar var.    

 

Yazının başlığında sorduğumuz soruyu, konteyner krizinde Türkiye ne eder diye güncelleyelim.

JEOPOLİTİK KONUMUMUZ İTİBARIYLA…

 

“Türkiye jeopolitik konumu itibarıyla…” diye başlayan sayısız analiz hatırlarız. Jeopolitik söz konusu olduğunda Türkiye’nin oynayabileceği elbette birçok kart var. Diğer birçok ülkenin olduğu gibi… Örneğin komşumuz İran, güncel jeopolitikte Hürmüz Boğazı kartını elinde tutar. Biz sürekli Çanakkale ve İstanbul Boğazlarının stratejik öneminden bahsederiz ancak Hürmüz Boğazı dünya ham petrol trafiğinin 20’sinin geçiş yoludur ve İran’ın bu su yolunu kapatma imkân ve kabiliyeti vardır. Bu imkân ve kabiliyet devam ettiği ve aynı zamanda burası önemli bir enerji kavşağı olduğu sürece Hürmüz Boğazı dünyanın en stratejik noktası olmaya devam edecektir. [1]

 

Bu coğrafyada güncel şartları iyi analiz edip stratejik ekonomik hamleler yapan ve binlerce yıl boyunca dünyanın tartışmasız süper güçlerinden birisi olan bir başka medeniyet ise Hititlilerdir. Antik Anadolu medeniyetlerinin en ihtişamlısı olan Hititlerin ekonomisi hem tarıma hem de hayvancılığa dayanmaktaydı. Bunun yanında Hitit toplumunda baraj kurma ya da yapay su depoları oluşturma konusunda da çok öncelerden gelen muazzam bir bilgi birikimi olması, Hititlerin dönemin teknolojik gelişmelerine yön verdiklerini gösterir. [2] Bu haliyle Hitit uygarlığı eldeki imkânların farkındaydı ve kıymetlerini biliyordu. Ayrıca kendisini rakiplerinden ayrıştırıcı teknoloji de üretiyordu.

 

Hitit medeniyetini süper güç yapan bir başka nokta ise benim için dikkat çekicidir; lojistik. Hititler, başta buğday ve arpa olmak üzere çeşitli tahılların büyük üreticisiydi. Bu büyük ürünü başkentleri efsanevi Hattuşaş’ta devasa silolarda stokluyorlardı. Bu stoklama kraliyet tarafından merkezi olarak yönetiliyordu. [3] Yani lojistik yönetimi devlet kontrolündeydi. Bir deniz medeniyeti olmayan Hititlerde, saraya getirildiği tespit edilen dönemin lüks deniz ürünleri için planlı bir lojistik ağı olmalıdır. Kralların yemek masasında taze istiridyeler sıklıkla yer almaktaydı. [4]   

BIMCO: Saldırılar, küresel deniz ticaretinin yüzde 13'ünü etkiledi BIMCO: Saldırılar, küresel deniz ticaretinin yüzde 13'ünü etkiledi

 

Antik Anadolu süper gücü Hititler ’den bu güne dünya kuşkusuz çok ama çok değişti. Ancak günümüzde Anadolu’yu anayurt edinmiş modern Türkiye Cumhuriyeti için Hitit medeniyeti bir esin kaynağı olamaz mı? Tarım, hayvancılık ve teknolojiye dayalı bir büyüme planlanamaz mı? Birçok ticaret rotasının kavşağı konumunda olan ve üç yanı denizlerle çevrili ülkemizde lojistiğe stratejik olarak bakılamaz mı? Eğer bakılırsa, bugünkü konteyner krizi karşısında 2 ana planlama yoluna gitmek mümkün. Bu yolların birisi yüksek sesle tartışılıyor; Türkiye’nin ana ihracat destinasyonlarına servis sunacak yerli ve milli bir konteyner hattı. Kuşkusuz ki bu yol seçilebilir ve Türkiye bunu hiç şüphem yok ki başarabilir. Ya yepyeni bir yapı oluşturulur ya da mevcut yapılar ile ortak yürütülen planlamaları takiben onların da katılımı ile bazı şirket evlilikleri yapılabilir. Böyle bir ortam ne kadar hazırdır bilemiyorum ama örneğin Turkon ve Arkas’ın ortaklaşa oluşturduğu bir yapı ile bu projeye vira bismillah denilebilir. Dediğim gibi bu proje başarılabilir ancak tercih edileceğini sanmıyorum. Zira hedeflenen başarı büyük bir çaba karşılığında gelecektir. Çünkü bu yolu seçerek aslında yeni bir şey yapmıyor olursunuz. Türkiye’nin en yoğun ihracatı Almanya, Birleşik Krallık ve ABD’ye gidiyor. Bu ülkeleri İtalya, Fransa ve İspanya takip ediyor. Yeni oluşturacağınız yerli ve milli konteyner hattı bu destinasyonlara Türk ihracatçısının malını taşımak için Maersk, MSC ve CMA-CGM gibi dünya devleriyle rekabet etmek zorunluluğu ile vira bismillah diyecek. Bu küresel ekonomik alan yeni bir oyuncuya nefes alma imkânı verecek gibi değil. Anılan hatlar bu ticaret kulvarlarında son derece hakim konumdalar.

 

2 ÖNEMLİ ADIM

 

Buna alternatif olarak, seçilebilecek bir yol daha var ki bu yol bana göre daha akılcı ve işlevseldir. Hali hazırda Türkiye’de yürürlükte olan bir dizi denetim mekanizması ve düzenleme kurulu var. Bunlar arasında ilk akla gelenler olarak sermaye piyasalarını, enerji piyasalarını ve hatta bazı tarım ürünleri piyasalarını düzenleyen ve denetleyen kurumları sayabiliriz. Aynı bu mantıkla teşkil edilebilecek ve ABD’de faaliyette olan Federal Maritime Commission (FMC) adlı kurumun iş modeliyle çalışabilecek bir yapı oluşturmak. Lojistik sektörünü gözetleyecek, üzerinde mutabık kalınan noktalarda denetleyecek ve ihracatçımızı destekleyecek böyle bir yapı oluşturma işini ben daha yapılabilir bulurum. Türkiye’nin yasa yapma kabiliyeti ve şu an ki yönetim modeli, böyle bir çözüm geliştirmek için uygun gözükmektedir. FMC’nin üstlendiği görev tanımına göz atınca bu yapının Türkiye için nasıl bir ihtiyaç haline geldiğini anlamak daha da kolaylaşıyor. “Görevimiz, Amerikan ekonomisini destekleyen ve kamuyu adaletsiz ve aldatıcı uygulamalardan koruyan, rekabetçi ve güvenilir bir uluslararası denizyolu taşıma tedarik sistemini teminat altına almaktır.”[5]

 

Bu iş tanımı oldukça anlamlı gözüküyor zira şirket birleşmeleriyle hâkim konumlarını dur durak vermeden takviye eden küresel konteyner hatları, rekabetin azalması ve hızla artan navlun seviyeleriyle artık ulus üstü küresel güçler olmaya doğru ilerliyor. Bu küresel dinamik devam ettiği sürece güçlü bir gözetim kurumunun teşkil edilmesine dek alınacak her önlem günü kurtarmak olacaktır. Ayrıca, Türkiye’de yürürlükte olan TİO Belgesi gibi lojistik sektörünü kayıt altına almak ve düzenlemeyi amaçlayan bir belgenin işlevleri böyle bir kurum şemsiyesi altında daha da anlam kazanacaktır. Yerel TİO pazarımız da bu yapı sayesinde korunabilir.     

 

Ek olarak herkesin bildiği, kimilerinin kaygıyla, kimilerinin ise heyecanla ama hep yakından takip ettiği, dijitalleşme çağının doruğunda lojistik sektöre hükmetmeye doğru her geçen gün büyüyerek gelen bir “mega trende” değinmeliyim. Küresel konteyner hatlarının çok isabetli bir karar ve vizyonla 2010lu yıllara doğru atmaya başladıkları dijitalleşme hamleleri artık son derece olgun bir noktaya geldi. Küresel pazarın lojistik bölümünü ağırlıklı olarak konteyner hatları dijitalleştiriyor ve adeta yeni bir Pazar doğuyor. Bu yeni doğan pazarda Türkiye olarak güçlü bir şekilde yer almak için çalışmak son derece stratejik bir adım olurdu. Yerli ve milli konteyner hattı kurmak ne kadar yeni bir hamle yapmaktan uzaksa, dijital lojistik pazarında kendine yer açmak için çalışmak o kadar vizyoner ve isabetli bir hamle olur. Bu konuda birçok adım atılabilir. Mevcut start-uplar incelenip, seçilenler desteklenebilir. Ya da yeni bir proje üzerinde çalışmalar yapılabilir. Sektörde yer alan birçok kurum, yapı ve STK ile bir araya gelip çeşitli çalıştaylar düzenlenebilir. Böyle bir hamle yapmak Türkiye için birçok açıdan önemli ve gereklidir.

 

Stratejik bir yaklaşımla baktığınızda bir yükleme kutusu bile elinizdeki diğer kartlar arasında bir asa dönüşebilir. Bunun olması ve sizin için bir koz, rakibinize ise engel teşkil etmesi için bir planınız olmalı, bu planı yürütmek için imkân ve kabiliyetlerinizi iyi bilmeli ve anlamalısınız. Ayrıca planı uygulamak için strateji geliştirebilmelisiniz. Hititler tam olarak bu coğrafyada tarıma yenilikçi bir gözle baktı, lojistiği stratejik olarak kullandı ve bir süper güç olarak yüzlerce yıl Anadolu’ya hükmettiler. İlham verici değil mi?   

Bilgehan Engin

KAYNAK: 7DENİZ DERGİSİ

 

[1] Tim Marshall, Prisoners Of Geography, 170-171, Elliot & Thompson Limited, 2015

[2] Jörg Klinger, Hititler, 116, Alfa, 2016

[3] Age, 112

[4] Age, 113

Editör: Haber Merkezi