‘Artık demir almak günü gelmişse zamandan, Meçhule giden bir gemi kalkar bu limandan.’ Söz sultanlarından biri “meçhule giden bir gemi kalkar” demiş ya! 22 Mayıs günü İstanbul’dan kalkan gemiyi tarif etmiş sanki o günlerden bugüne… 27 Mayıs günü tüm hazırlıklarını yapıp yola çıkan gemidekiler, bir ülkenin tarihini ters düz edeceklerinin belki hiç farkında değillerdi. Çünkü gemidekilerin bir çoğunun amacı İsrail’in kuşatması altında ezilen Filistin’li kardeşlerine uygulanan ambargoyu kırıp, yardım ulaştırmaktı. Ancak bu seyahatte acaba herkesin niyeti bu düzeyde miydi Aslında meselenin kodlarını çözmek için olayı çok öncelerden almak gerekir. 2009 yılında Davosta yaşanan ‘One Minute’ olayından sonra İsrail-Türkiye ilişkileri yeni bir boyuta girmiştir. Bir anda Arap halkları nezdinde Kahraman-Neo Osmanlı olarak anılan Türkiye’nin bu imajını, plan uygulayıcılar asıl projeleri için kullandılar. Artık isminin dahi geçmemesi istenilen BOP’un yeni versiyonu olan Arap Baharı olayları ile Ortadoğu’nun çehresi değiştirilmeye başlanmıştı. Bu konuda iki anektod, meseleyi özetlemekte bize yetmektedir. Birincisi ABD Dış işleri Eski Bakanı Rice’ın 2003′te yayınladığı ve Fas’tan Basra’ya kadar olan yönetimlerin dönüştürülmesi gerektiğini savunan raporudur. Diğeri ise Hürriyet Gazetesi yazarının köşesinde bahis ettiği 28 Şubat’ın en etkili ismi Ç.B’nin İsrail’e sunduğu “Ortadoğu’yu değiştirelim” teklifidir. Bunun üzerine İsraillilerin verdiği yanıt ise ilginçtir. ”Bu işin içinde biz olursak bu iş olmaz, siz kendi başınıza yaparsanız başarılı olur.” sözüdür. (Editörün Notu Dönemin BB’sinin değişik programlarda ellerini göğsüne vurarak 37 kez “BOP’un eşbaşkanı benim” demesinin iyi analiz etmek gerekir.) Arap Baharı ile çevre coğrafyada yönetimler bir bir değişirken, Ortadoğu’da ülkemizin artık söz sahibi bir ülke olduğu tezleri ortalıkta dolanmaya başlamıştır. Çevre ülkelerle sıfır sorun politikasıyla yola çıkan Türkiye’den rahatsız olanlar, ülkenin iç dinamiklerini kullanarak -değerli yalnızlık pozisyonuna getirecek- planı sahneye koydular. Ülkemizi uluslararası alanda sıkıştırmak isteyenler ülkenin yumuşak noktasını bularak nokta atışı bir plan kurgulamışlardır. İşte bu süreçte İsrail ile Türkiye’yi karşı karşıya getirip ülkemizin Batı’dan kopmasını, böylece tek başını kalmasını sağlayan plan; meşhur gemi hadisesi ile başlamıştır. Belki içindeki katılımcıların halisane duygularla yola çıktığı bu yolculukta plan uygulayıcılar, devreye girerek, ülkemizin itibarını sarsmışlardır. (Editörün notu Yardım Derneği’nin başkanı amaçlarının yardım götürmek olmadığını, ses getirmek için gittiklerini katıldığı bir TV programında söylemiştir) Gemi hadisesinin öncesi ve sonrası iyi incelendiğinde son derece profesyonel bir istihbarat operasyonu olduğu ortaya çıkmaktadır. Bu olay ile Türkiye kaybederken, Sion-Pers ittifakı kazanmıştır. 22 Mayıs’ta İstanbul’dan yola çıkan geminin hikayesi  oldukça ilginçtir. 25 Mayıs’ta yola çıkmak için vardığı liman Antalya’dır. Alanya Limanı’nın en önemli özelliği ise -özellikle- İsrail’e ait gemilerin en sık uğradığı yer olmasıdır. Hatta hatırlatmakta fayda var; “One minute” olayından sonra bu limanın yönetiminden, BB’nın İsrail’den özür dilemesi gerektiği şeklinde beyanlar gelmişti. İsrail’e bu kadar önem veren bir limandan İsrail ambargosunu  delecek bir geminin, yola çıkması manidar değil midir Alanya’dan hazırlıklarını tamamlayarak yola çıkmaya hazırlanan gemide ilginç bir gelişme daha yaşanmıştır. Yola çıkacağı vakit gemiden Türk bayrağı indirilmiş, Komor Adaları bandrası alınıp bu ülkenin bayrağı çekilmiştir. Bu aslında çok kritik bir hamledir. Tüm dünyaca Türk Yardım Gemisi olarak bilinen gemi hukuki anlamda Komor Adaları’nın gösterilmiştir. Böylece uluslararası sularda saldırıya uğrayan geminin Nato ülkesi olan bir gemi olmasına engel olunmuştur. Yoksa Nato anlaşmasına göre üye olmayan İsrail, üye olan Türkiye’ ye daha doğrusu Nato’ya karşı saldırıda bulunmuş olacaktı. Yani İsrail-Nato krizinin önüne başlamadan geçilmiştir. Bu stratejik zekayı okumak olayın boyutlarını çözmek adına önemli bir adım olacaktır. Gene bu kalkış sürecinde enterasan olaylar peş peş gelmiştir. Bu olayların en ilginçlerinden birisi de hükümet milletvekillerinin son dakika, genel merkezden yapılan uyarı ile gemiye binmekten vazgeçmeleridir.Vazgeçen milletvekillerinden bazılarının yardım derneğinin dolaylı ortaklarından olduğunu belirtmeden edemeyeceğim. 28 Şubat’ın saç ayaklarından biri olan Kudüs Gecesi’ne rahatsızlandığı için son anda katılmaktan vazgeçen gazetecinin, aynı tesadüfü bu yardım gemisi olayında da gerçekleştirmesi ayrı bir mana kazanmaktır. Yardım gemisine bineceği önceden ilan edilen bu şahısın oğlu, o gün babasının umre ziyaretinde olduğunu beyan etmiştir. (Editör notu Bazı kamera görüntülerinde milleti gemiye bindirip el salladığı görülmektedir.) Gemi meçhule giden yolculuğunu sürdürürken zamanlaması manidar bir olay meydana gelmiştir. Gemi baskınından saatler öncesi İskenderun’ da bulunan Deniz Komutanlığına ait birliğe roketatarlı saldırı gerçekleştirilmiştir. Saldırıyı her ne kadar bölücü örgüt üstlense de ,yapılan eylemin özelliğinden, bir istihbarat operasyonu olduğu o günlerde vurgulanmış ve özellikle İsrail bağlantısı ele alınmıştır. Daha sonra olayın sorumluları, çıkarıldıkları mahkemede İsrail bağlantılarını itiraf etmişlerdir.Ülkemiz bu olayla uyanırken aynı günün ilerleyen saatlerinde İsrail birlikleri yardım gemisine operasyon düzenlemişlerdir. Olayda, 9 yolcu İsrail komandoları tarafından öldürülmüştür. Bu yolculardan 8 i Türk diğeri ise Türk asıllı Amerikan vatandaşıdır. Aslında 800 mürettabatı olan gemide sadece Türkler’in öldürülmesi tesadüf müdür yoksa bilinçli midir, bunu sizlerin takdirine bırakıyorum. Altı gemilik filoda, beş gemi sorunsuz ele geçirilirken- içinde dernek başkanı dahil ilginç kişilerin bulunduğu- altıncı gemide olay çıkması yine tesadüfler zincirinden birisidir. Gemide bulunan ilginç karakterlerden birisi E.T’ dir. Bu kişi yine 28 Şubat’a giden süreçteki önemli saç ayaklarından biri olan feribot kaçırma olayının baş karakterlerinden birisisdir.E.T. Avrasya Feribotu’nun kaçırılması olayında hapse girmiştir. Hapisten çıktıktan sonra ise kendisinin ifadesiyle yardım gönüllülerine katılmıştır. Burada ilginç bir tesadüf daha karşımıza çıkıyor; yardım gemisinin baş aktörü olan, yardım derneğinin başkanının da aynı feribot olayıyla anılmasıdır.Feribot olayının iki önemli karakteri yıllar sonra yine İsrail’ in işine yarayan bir meselede başrolü oynamaları ilginç değil midir Gene bu gemide ilginç karakterlerin birisi Amerikalı -sözde- aktivist Edward Peck’tir. Kendisi ABD’nin Moritanya eski Büyükelçisi’dir. Amerikan ordusunda çeşitli görevlerde bulunan Peck daha sonra müsteşarlığa yükselmiştir. Bağdat Misyon Şefliği yapan bu kişi daha sonra dış hizmetler görevlisi olarak çeşitli Ortadoğu ülkelerinde görev almıştır. Dış işlerinde, Mısır’dan sorumlu, gizli operasyon biriminde görev alan Peck son olarak Terörle Mücadele Birimi’ nde yardımcılık yapmıştır. Bu derece operasyonel kabiliyeti olan birinin yardım gemisindeki işini sorgulamak gereklidir! O günlerde ortaya atılan, gemide CIA bağlantılı El-Kaide’cilerin olduğu iddiaları da unutulmamalıdır. Aslında o gün planlanmak istenilen Türk-İsrail savaşıdır. Savaş çıkmasa bile Ortadoğu da Türk etkinliğinin kırılıp Pers yükselişinin önünü açmaktır. O gün Türk donanmasının gönderilmesine karşı çıkarak, büyük krizi önleyen ‘isimsiz kahramanları’ ise tarih bir gün elbet kayda alacaktır. Bu olaydan sonra yardım gemisi başkanının, İran dini liderinden -hediye- aldığı yüzük ise kulaktan kulağa yayılmaktadır. Daha önceki yazımızda belirttiğimiz olayda ana muhalefet partisinin bir görevlisinin “BB, “bu şahıs hakkında İran istihbaratının adamıdır” dedi” demesi, bu parçaları birleştirince daha anlamlı hale geliyor. Gemi olayı ile Türkiye’yi köşeye sıkıştıran zihniyet, Pers yükselişinin önünü açmıştır. Planın bir sonraki ayağı ise ülkemizin bu yeni sürece entegre olmasının önünde engel gördükleri camiaya, operasyon yapmak olmuştur.Bugün yaşanan hükümet-cemaat çatışmasının başlangıç noktalarından birisi, “meçhule giden gemi” meselesidir. Bu meselenin arka planı aydınlandığında nasıl bir ihanet ile karşı karşıya geldiğimiz daha iyi anlaşılacaktır. Meseleyi son bir anektodla kapatalım. Bir rivayete göre Asrın Söz Sahibi’nin mesele ile ilgili kullandığı sözlerin manasını anlamayıp, “Çıksın, özür dilesin!” diyenlerin; o gece ciddi bir “tokat yeme!” durumuyla karşı karşıya kaldıkları, kulaktan kulağa yayılmaktadır. O gün yenecek tokatın belki önümüzdeki seçimlerde gelebileceği, bu gün yaşananlara göre aşikardır. Osman YILMAZ 7DENİZ
Editör: TE Bilisim