Türk Dil Kurumu sözlüğü, lojistik kelimesini kişilerin ihtiyaçlarını karşılamak üzere her türlü ürünün, hizmetin ve bilgi akışının çıkış noktasından varış noktasına kadar taşınmasının etkili ve verimli bir biçimde planlanması ve uygulanması olarak tanımlıyor. Bu cümle ilk okunduğunda belki farkına varılmıyor ama bir kaç kez daha yavaşça okunduğunda insani saatlerce düşünce sislilerine atabilecek kadar kuvvetli olduğu fark ediliyor. İçinde kişiler var, ihtiyaçları var, ürünler, bilgi ve akis var, uygulama, planlama, taşıma, etkinlik, verimlilik gibi birçok başlığı ve onların yüzlerce alt başlıklarını tek bir çatı altında toplayan çok kapsamlı bir kelime. Sadece etkinlik ve verimlilik konusu bile binlerce sayfalık eserlere konu olacak cinsten. Tıpkı tip ilmi gibi bir bilim lojistik, birbirine tamamen bağlı birçok organın tamamen entegre olarak mükemmel çalışmasına odaklanan bir sistemler bütünü. Nasıl insan vücudunun işleyişi doğaya hayranlık uyandırıyorsa, yakından ilgilenen bir kişi için lojistik zinciri de o şekilde etki bırakacak bir insanlık harikası. Ne var ki, ikisi de çok normal ve olağan karşılanıyor. Halbuki sadece bir pirinç tanesine bile kendimizi zımbalasak, beraber bir yolculuğa çıksak uzun metrajlı bir film olur, Güney Amerika dağlarından başlayıp Türk usulü kuru fasulyenin altında bitten eğlenceli bir film belki de! O pirincin meydana gelişinden soframızda yerini alıncaya kadar geçtiği lojistik macerada binlerce kişi yer alıyor, herhalde bu kadar kalabalık kadrolu çok az film vardır. Bu halkalardan biri aksadığı anda da tüm emekler boşa gidiyor veya değersizleşiyor. Tabii ki benim yazılarımda da konu illa ki bunker’e (deniz yakıtlarına) gelecek ve zımbalandığım pirinç tanesine dönünce görüyorum ki, ‘Guyana’dan ithal edilmiştir’ yazıyor kutusunda. Demek ki, Georgetown’da gemiye yüklenmiş ve bize kadar gelmiş diye düşünüyorum. Daha geriye bakınca anlıyorum ki önce küçük sallara yüklenmiş öyle gelmiş.  Georgetown’a Benim gibi bilgisiz birisi hemen iyi 100 bin tonluk gemiyi gönderelim, nasılsa bugünlerde ucuza çalışıyorlar gidip getirelim deseydi büyük zarara girmiştik bile. Çünkü lojistik bilgisi olan bir kişi bilecekti ki o limana ancak 6 bin tonluk bir gemi gidebiliyor. Bir de geminin yakıtını aman canim oradan alırız nasılsa diye bırakırsak, ve planlamazsak, örneğin yol üzerinde Gibraltar (Cebel-i Tarik) da çok daha ucuza alabilecekken bir de oradan zarar ettik. Üstelik oralarda hiç bir tedarikçiden kredimiz de olmadığı için peşin ödemek gerekiyor, acente bulunması, depolama, mevzuatlar derken is bilmezlikten bizim pirincin fiyatı giderek artıyor da artıyor. 6 bin tonluk gemiyi de git-gel yaptırsak, nasılsa İstanbul’da tanıdık kosterciler var diyerek. Olmadı değil mi yine?  Ne yapsak derken derin bir limanda depolasak veya açıkta bekleyen büyük gemiye mi aktarsak? Büyük gemiyi getirdik diyelim, geri bos mu gidecek, onu da ayarlamadık geldi lojistik “problem”lerden dolayı bizim pirincin kilosu 100 liraya..o da boğazımızda kalır zaten. Ustam, rahmetli Adam “bu senin problem dediğin şeyler ya senin cehaletinden ve ilgisizliğinden, ya da karsındakinin cehaletinden ve ihmalinden kaynaklanır” derdi. Tabi afetleri müstesna tutarak ve eklerdi “söyle bakalım sen mi cahilsin, yoksa cahillerle çalışacak kadar akılsız mısın?”. Nasıl cevap vereceğimi bilemezdim, iste isin ehli olmak biraz da sadece isinin ehilleriyle çalışmaktan geçiyor derdi. Ehil ve ehliyet de yakin kelimeler, Bir kimsenin bir işi yapmayı bilmesi ve becermesi onun o işe ehil olması demektir, belgesi de ehliyet. Taşıma dendi mi, yakıtsız olmaz, bizim isimiz de deniz yakıtları. Kafamı kaldırıyorum etrafıma bakınıyorum, camdan da gidip gelen yanaşan bunker bargeları görüyorum arkama donuyorum müşteriye o isin o şekilde olamayacağını, o şekilde ısrar edilirse zarar alıcının edeceğini anlatan yakıt satışçısını dinliyorum ve mutlu oluyorum. Demek ki ustamın sözünü dinlemişim biraz, bu gemi yakıtı (bunker) denince isinin en ehli olan kimselerin yanında yer etmişim kendime, ve yeni yetmelere de onu anlatıyorum, siz siz olun bir kilo pirinci 100 liraya yedirmeyin diye. Sadece yakıt olarak bakarsak bile, o pirinci makul fiyata sofraya ulaştıran kargo alıcısından, depocusuna, dürüst barge kaptanından, şirketin paralarını kaptırmayan (ve dolaysıyla bunun bedelini herkese ödettirmeyen) krediciye, satışçısından, zamanında ikmal sağlayan operasyoncuya kadar bir çok kişinin emeği var. Akilli bir yakıt alimcisi, yakıt politikası ve stratejisi de bu ufak zincirin en güzel tamamlayıcısı. Yakıt isinin bir okulu yok, herkes alaylı. Öyle olunca ustalık-çıraklık ilişkisi çok önemli, mesela bir Mustafa Muhtaroğlu, Türkiye’nin yetiştirdiği en büyük değerlerden bu alanda, sağ olsun deneyimlerini zaman zaman yeni nesillere aktarır. Bir zaman Muhtaroglu demişti ki “Armatörler ancak yakıtın etkin bir şekilde tedarikini sağlarlarsa şirketlerini kazanca geçirebilirler. Bunun tek yolu yakıtı bilinçli ve doğru almaktır, ama maalesef Türk armatörlerinin çoğu doğru dürüst yakıt almayı bilmiyor, birçoğu kimden aldığını,  yakıtı kimin verdiğini hatta kime ödediğini bile bilmiyor, buna ilişkin çok sayıda sorun ortaya çıkıyor. Gemilerin tutuklandığı dahi oluyor.”  Yani acemi doktor candan, cahil imam dinden ehil olmayan yakıt alicisi/satıcısı da armatörü gemisinden eder. Deniz yakıtları belki lojistik sektörünün beyni değil, eli ayağı değil ama kesinlikle o taşıma enerjisini sağlayan kanın önemli bir kısmını oluşturuyor. Bu kani kirleten en büyük etken de cehaletten güç alan ehliyetsiz satıcılar, unutmayalım ki bir insanin kani nasıl temiz olursa o kadar dinç ve tutkulu olur, bir lojistik operasyonunda da ne kadar eğitim varsa ve bu bilgi iyi akıyorsa o kadar sağlıklı olacaktır.
Editör: TE Bilisim