Armatör kelimesi dilimize Fransızcadan girmiş olup, TDK’ya göre Ticaret Gemisi Sahibi demektir. Türk Ticaret Kanunu’nda (TTK) armatör kelimesi yer almamakta bunun yerine donatan kullanılmaktadır. Türk Ticaret Hukuku 1061’e göre donatan, gemisini menfaat sağlamak amacıyla suda kullanan gemi malikine denilmektedir. (İngilizce ifadesi ile ‘’Shipowner’’-Actual Carrier –Fiili Taşıyan) 1061(2)’ye göre ise kendisinin olmayan bir gemiyi menfaat sağlamak amacıyla suda kendi adına bizzat veya kaptan aracılığıyla kullanan kişi, üçüncü kişilerle olan ilişkilerinde donatan sayılır. (İngilizce ifadesi ile’’ Disponent owner’’ ya da ‘’Demise owner’’). İşletme Müteahhidi (Gemi Kirası Sözleşmesinde) ya da Mukaveleli Taşıyan (Contracting Carrier-Zaman Charterinde).

 

Armatör kelimesi dilimize Fransızca ‘’Armateur’’ yani gemi donatan sözcüğünden gelmektedir. ‘’Armateur’’ ise ‘’armer’’donatmak, silahlandırmak fiilinden ‘’or’’ son ekiyle türetilmiştir. Fransızca fiil Latince aynı anlama gelen ‘armare’ fiilinden türetilmiştir. Arma donanım demektir. Fakat armatör kelimesinin ortaya çıkmasına vesile olan donatma kavramı günümüzde kullandığımız gemiyi teknik idare kapsamında adamlamak, gerekli donanımı ve gereksinimleri sağlayarak servise hazır hale getirmek anlamında olmayıp, silahla ve savaş malzemesi ile donatmaktır.

 

Korsan ve Deniz Haydutu…

 

Bunun dayandığı durum ise Mağrip, başka deyişle Kuzey Afrika korsanlarının ele geçirdikleri ticaret gemilerini korsan gemisi olarak donatmak üzere silahlandırılmasıdır. Korsanların ele geçirdikleri bu gemilere dışarıdan yatırımcılar, (hatta bunların içinde kadınlarda bulunmaktadır) geminin donatılması için katkı sağlayarak pay almakta ve payları oranında deniz haydutluğu faaliyeti sonucu elde edilen ganimetten de pay almaktaydılar. Bir devlete hizmet ettikleri, onların kontrolünde oldukları ölçüde bunlara Korsan, kendi başlarına çalışmaları durumunda ise Deniz Haydutu denilmektedir.

 

Endülüs Emevi Devleti 11. Yüzyılda yıkıldıktan sonra, daha doğrusu küçük küçük devletler şeklinde parçalandıktan sonra, bu devletler birbirleri ile savaşmaya başlamışlar ve buradaki küçük Hristiyan devletçikleri ile de savaşa tutuşmuşlardır. Böylece 711’de İber Yarımadası’na ayak basan Müslümanlara (Mudejarlar) karşı Hristiyanlar tarafından 718’den itibaren onları İber Yarımadası’ndan çıkarma hareketi yani Yeniden Fetih (Reconquista) başlamış ve son Müslüman devleti olan Beni Ahmer 1492’de bir Hristiyan krallığı tarafından yıkılana kadar devam etmiştir. Söz konusu küçük Hristiyan krallığı yani Elhamra’yı düşüren krallık diğer krallıkları kendi hakimiyeti altında toplayıp birleştirmiştir. Böylece Müslümanların İspanya’daki 781 yıllık hakimiyeti ve varlığı sona ermiş, Müslümanlar, Mağribiler, Sefarat Yahudileri buradan sürülerek, göçe zorlanmışlarıdır. Onlar da diğer alanların yanı sıra çoklukla Kuzey Afrika ülkelerine (Tunus, Cezayir, Mısır ve Fas) göçmüşlerdir.

Müslüman korsanlar

 

Bu göçte Barboros kardeşlerden Oruç Reis önemli rol oynamış ve İspanya’dan kaçan Müslümanları Cezayir’e taşımış ve burada iskanlarına imkan tanımış, ihtiyaçlarını karşılamıştır. Buraya göç eden Müslümanların bir kısmı da süreç içinde korsanlık ya da deniz haydutluğu faaliyetleri içine girmişlerdir. O tarihlerde İspanya’dan daha doğrusu İber Yarımadasından kaçan Müslümanlara Müseccel (kayıtlı) denilmekte, sonradan Müslüman olanlara ise Muhtedi denilmekteydi. Kuzey Afrika korsanları başka deyişle Magrip korsanları bu Müseccel, Muhtedi ve Anadolu’dan bu bölgeye gelmiş Müslüman gemicilerden oluşmaktaydı. Tabii bölgede Müslüman olmayan korsanlar da bulunmaktaydı.

 

Müslüman korsanların ise en meşhurları Barboros Kardeşler olmuştur. Bunlar içinde ağabey Oruç Reis Akdeniz içinde deniz ticareti ile iştigal ederken bir seferde Rodos şövalyelerinin büyük gemileri ile karşılaşmış ve girilen çarpışmada İlyas Reis şehit düşmüş, Oruç Reis ise tutsak edilmiştir. Esaretten kurtulduktan sonra bir müddet Memluk Devleti’nin emrinde amirallik yapmış bilahare, Saruhan Sancak Beyi olarak Manisa’da oturan Osmanlı Şehzadesi Korkut ile iyi ilişkiler tesis ederek onun temin ettiği 18 büyük savaş gemisine komutan olmuştur.

 

Bu gemiler ile Akdeniz içinde korsanlık faaliyetleri meyanında düşman gemilerine ve düşman hakimiyetindeki ada ve kıyılara saldırarak sınır boylarında akıncıların yaptıkları yıldırma ve fethe hazırlama çalışmalarını denizde gerçekleştirmiştir. Elde ettiği ganimetleri de leventlere ve fakirlere dağıtmış, elde ettikleri ganimet ve esirleri Osmanlı şehzade ve padişahlarına da sunmuştur.

 

Akdeniz içinde bu faaliyetlerde bulunan Oruç Reis ani bir baskın sonucu gemilerini kaybedince yine Şehzade Korkut’a baş vurmuş ve kendisine iki savaş gemisi tahsis edilmiştir. Kardeşleri ile Akdeniz’de korsanlık yapan Oruç Reis 1513 yılında Tunus’un Gabes Körfezi’nde Cerbe adasını ele geçirerek burayı üs haline getirmiştir. Daha sonra korsanlık faaliyetleri meyanında karada yer fetih etmeye soyunarak Tunus ve Cezayir ele (belli bir dönem için) geçirilmiştir. Cezayir’in nihai olarak fethi Barbaros Hayrettin Paşa tarafından sağlanmıştır.

Osmanlı’nın 25. Kaptan-ı Deryası

 

IMO Genel Sekreteri: Denizcilere yönelik haksız muamele arttı IMO Genel Sekreteri: Denizcilere yönelik haksız muamele arttı

Oruç Reis Şehzade Korkut’un Padişah olacağını umarken Yavuz Sultan Selim Padişah olmuş, Barbaros kardeşlerin Yavuz Sultan Selim ve Kanuni döneminde de Osmanlı ile ilişkileri gayet iyi olmuş Hızır Reis’e Hayrettin adı Osmanlıya hizmetlerinden dolayı Yavuz Sultan Selim tarafından verilmiştir. Barbaros (kırmızı sakal anlamında olup, Prof. Halil İnalcık’a göre Baba Oruç‘tan türemiştir). Aslında Oruç Reis’in lakabı olmakla beraber Oruç Reis’in İspanyollardan aldığı Tlemsani savunurken, daha doğrusu düşman kuşatmasını yararak bu hattın dışına çıkmışken düşman tarafında kalan 20 levendi kurtartmak için adeta ölüme gitmiş ve şehit düşmüştür. Ölümünden sonra Hayrettin Paşa, Oruç’un hayallerini gerçekleştirmiş, Cezayir’i ele geçirmiş, Osmanlının emrine girmiş ve Kaptanı-Derya unvanıyla Osmanlı İmparatorluğu’nun ilk kaptan paşası ve 25. Kaptan-ı Deryası olmuştur. Barbaros 16 YY’da Akdeniz’i bir Türk gölü haline dönüştürmüştür. Daha doğru bir deyimle Doğu Akdeniz Osmanlı’nın kontrolü altına girmiştir. (Batı Akdeniz ise İspanya’nın hakimiyetinde kalmıştır. Bununla birlikte, Kuzey Afrika Ülkeleri Osmanlı’nın kontrolü ve hakimiyeti altındaydı).

 

Mektebi Korsani

 

Buradan da anlaşılacağı üzere konu sözünü ettiğimiz dönemde korsanlık faaliyetleri bugünkü anlamından çok farklıydı. Korsanlık tarihine baktığımızda ilk örnekleri M.Ö 14. YY’da görülsede altın çağını 17. ve 18. YY’da yaşamışlardır. Hem Avrupalı devletler hem de Osmanlı İmparatorluğu denizlerdeki hakimiyetlerini kullanmak için korsanları kullanmışlardır. Bu korsanlar ilgili devlet ile yaptıkları anlaşmayla o ülkenin gemilerine saldırmamış, tam tersine onları korumuş, söz konusu anlaşmalı devletin düşmanı olan devletlerin gemilerine saldırma, onları batırma, yağmalama ve ele geçirme  hakkını elde etmişlerdir. Bu nedenle bunlara hizmet ettikleri ülke bakımından bildiğimiz anlamı ile korsan demek doğru olmayacaktır. Prof. İdris Bostan’ göre, Osmanlı korsanlarını levent olarak tanımlamakta, fakat devlete baş kaldırıp denizde yağmaya başladıkları durumda ise durum değişerek deniz haydutluğuna dönmektedir. Dolayısı ile halk dilinde kullanılan korsanlık ifadesi doğru olmayıp, doğru ifade deniz haydutluğudur. Korsan ya da korsanlık ise bir devletin militer ya da paramiliter unsurları mahiyetindedir. Deniz Harp Okulu’nun Osmanlı’daki ismi ise ‘’Mektebi Korsani’’dir. Osmanlı donanmasını oluşturanlar da çoğunlukla korsanlardır. Turgut Reis de bir dönem Barbaros ile birlikte Sicilya–Napoli Krallığı arasında korsanlık yapmış, Adriyatik kıyılarını yağmalamış ve Girit Adası’ndaki Kandiye’yi ele geçirmiştir. Piri Reis de bir Osmanlı korsanı olan amcası Kemal Reis’in yanında yetişmiştir.

 

Nitekim mağrip korsanları Akdeniz’de Osmanlı İmparatorluğunun kontrolü altındaki bölgelerde kıyı emniyeti görevi gören deniz kuvvetleri niteliğindeydi. Osmanlının kendi kontrolü altındaki denizlerde ve topraklarda ahitnameler ile ticaret serbestisi verdiği ülkelerin ve Osmanlı gemilerinin serbestçe ticaret yapmalarını bu korsanlar ile sağlamakta, düşman gemilerine ise aman vermemekteydiler. Bu korsanlar devletin verdiği müsaade tahtında düşman gemilerini yağmalayarak deniz haydutluğuna da soyunabilmekteydiler. Dolayısı ile deniz haydutluğundan elde edilecek ganimetin de paylaşımı belli bir usule tabii olmaktadır. Örneğin, Barbaros kardeşlerin Tunus’ta yerleşerek deniz haydutluğu yaptıkları dönemde ganimetin beşte biri Tunus Sultanı’na verilmekte, kalan kısımdan ise bu gemilerin silahla donatılmasına katkı sağlayan donatan (armatör) grubuna belli bir yüzde ayrılmakta, bu yatırımcılar yatırdıkları sermaye oranında kendilerine tahsis edilen bu yüzdeden pay almakta, kalan ise kaptan ve tayfa arasında yine derecelerine göre belli oranlarda dağıtıma tabi olmaktaydı.

 

Etimolojik olarak armatör kelimesinin böyle bir geçmişi olmasına karşın söz konusu armatörler, Endülüs Müslümanlarının, Safaratların, Mağribilerin İspanya’da Hristiyan mezalimi sırasında buradan Kuzey Afrika ülkelerine ve Osmanlı topraklarına göçmelerine büyük katkı sağlamışlardır. İkinci Dünya Savaşı’nda da yine armatörler aynı görevi üstlenerek çok can kurtarmışlardır. Yine 1 ve 2. Dünya Savaşı sırasında ticari donanma dost ülkelere yardım taşınmasında büyük rol oynamıştır. Pakistan’ın bağımsızlık savaşında da ha keza önemli görev üstlenmişlerdir.

 

Miktar esası ile dünya ticaretinin yaklaşık 86’sının taşındığı deniz yolu taşımacılığı ile armatörlerin insanlığa yapmış oldukları hizmet yadsınamaz. Normal zamanlarda pek farkına varılamayan bu hizmet Covid-19 ile anlaşılabilir olmuş ve buradaki bir kesintinin ve problemin insanoğlunun hayat kalitesini nasıl etkilediği ortaya çıkmıştır.

 

Dünya değişmektedir. Hem de hızla değişmektedir. Türkiye denizcilik sektörünün diğer alan ve örgütlerinde ‘’ilkeler’’ başlığı altında 3-5 kelime ile sınırlandırılmış insani ve kurumsal değerlere karşın Türkiye Armatörler Birliği, Türkiye Etik ve İtibar Derneği ile birlikte bir çalışma içine girerek önce bu konuda sektörü bilgilendirmek için bir Webinar düzenlemiş, sonra bu konuda aydınlatıcı makale ve çalışmalar ile sitesinde bu alanda zengin bir kaynak/bilgi seti oluşturmuş ve 30.6.2022’de ‘Türk Gemi İşletmeciliği Etik İlkeler Beyanı’nı bir lansman ile kamuoyunun bilgisine sunmuştur.

 

Günümüzde hem ülkemiz hem de küresel ölçekte bu insanı insan yapan değerlere, çevreyi koruma konusuna azami özen gösteren etik değer ve ilkelere sahip olmanın önemi izahtan varestedir. 21.09 2012 tarihinde yapılan 1. İş Etiği Konferansı’nda konuşan TOBB Başkanı Sn. Rifat Hisarcıklıoğlu konunun ehemmiyetine vurgu yapıp, iş dünyasında etik kurumsallaşmayı sağlamak zorunda olduklarını belirterek, iş dünyasının iş etiğine ilgisinin giderek artacağını beyan etmiştir. Bu nedenle Türk Armatörler Birliği’nin bu çalışması sektörümüz için iyi bir örnek teşkil edecektir.

Harun Şişmanyazıcı

Editör: Haber Merkezi