İnsanoğlunun, insan imgesinin düşünebildiği en güzel güzellik; Afrodit’tir. Deniz üstünde yıldızlar, başka yerlerden görünenlerden daha gençtir, şen ve şakraktır. Samanyolu, elmas tozunu geceye boydan boya serper. Ay, Afrodit tapınağına harıl harıl akan bir nur çağlayanıdır. İnsan, deniz üstünde ay ışığının serin ve büyüleyici öpücüğünü kendi yüzünde hisseder. Denizin sesi uzaklardan yüzyıllardan tarihin esintisini ve ruhunu kıyılara vurarak şehirlere taşır. Afrodit, hayal edilen, aranan gerçek güzelliktir. Kadın, erkek, çoluk çocuk milyonlarca insanda yaşayan, yürüyen, bakan ve seven-sevilen bir tanrıçadır. Sümerliler ona “İnanma” dediler. Asurlular “İştar”, Fenikeliler “Astoret” dediler. Suriye’de adı “Atargatis” idi. Babilliler kendisine “Belit (Melita)” diye taparlardı. İnsan oldu olalı ve daha önceleri hep vardı. O, Fenikelilerin “Astarte”sidir; en derin hücremizde her atomda kaynayan hayat kaynağıdır. Evrensel olarak heptir. Bunun için ölümsüzdür. Onun geçmediği yer yoktur. Ona yol vermeyen her şeyi, mutlaka ölüm çiğner ve ona yol açar. O, doğurandır, oluşturandır. Aşk ve ekmeği oldurandır. Yeter ki doğup, yeryüzüne yeni bir hayat getirsin; doğururken ölmeye razıdır. Hem de güle güle. O, yeryüzüne hayat doğuran anadır. Gözleri doğum işkencesiyle çukurlaşırken kemikleri açılır, eti parça parça olur. İşte bize ilk önce anne biçiminde görünen odur. Bu dünyaya gözlerimizi açtığımız zaman ilk önce yüzümüze gülümseyendir. O, güzelliği ve sevgisiyle bizi bağrında kendiyle, kanıyla besler. Sonra da koynunun sütünden emzirir. Çocuk üzerimize titreyeni sütünü veren, eğilip yüzümüze sevgiyle gülümseyen ölümsüz güzellik; işte Afrodit’tir. İnsanlar önceleri Afrodit’i bir ay tanrıçası (Nanna-sin) diye tanırlardı. Onun için geceleri bize eski ışığıyla parlar. Tarihi daha başlamadan önce bile Mezopotamya, Afrodit’i, otlara, ağaçlara can verici, hayat ve hareket bağışlayıcı olarak tanır ve inanırdı. O eski zamanlarda bile denizle, enginlerle birliği vardı. Dağ ve deniz, dünyanın en büyük yaratıcısıdır, doğurandır. Engin bağrında sever, sevdirir, çoğaltır ve var eder. Bu yüzden Afrodit, aynı zamanda bir engin tanrıçasıdır. Mezopotamya’da çok öncelerden beri hayat, hep su gibi akıcı, yürüyücü, ileri atıcı bir şey olarak sezilirdi. Mademki ışıktı, aydı, denizdi… Helenler, tan yerinin ufuktan ağarması gibi onu “Afrodit” olarak, enginin köpüklerinden yarattılar. Afrodit’in yıldızı olan “Venüs’ün” şafak ağarırken Ege Denizi’nin doğusundan doğması, Afrodit’in geldiği yönü gösterir. Bunun için Helenler, Afrodit’i doğu ufkunun ak köpüklerinden yarattılar. İlk önce Afrodit’e yeşil derinliklerin tanrısı olan Poseydan taptı.      Doğudan geldiği için ilk önce Kitera (Kıbrıs) da adına tapınaklar kurdular. Sonra Fenikeliler, Ege’de uçuşan yelkenleriyle Afrodit’i Girit’e götürdüler. Yunanistan’a vardığı zaman hayatın kendisi oldu. “sevgi” ve “güzellik” tanrıçası olarak tapınıldı. An gelir, sevgili gözlerde parlar, sevdalı dudaklarda gülümser. Bu yüzden sevgi bakışı, güzellik gülümseyişi; aya, yıldızlara ve denizlere benzetilir. Çünkü sevgilinin bakışı ve gülüşü, aynı zamanda insana bakan yıldızlardır. Yaşama bakan ve gülen varlıktır. Ortak bir varoluş kuran eylem-umut birlikteliğidir. Çünkü Afrodit, insanın gözünde bütün insanlığı temsil ediyor, ortak varoluşu mümkün kılıyor. Uzattığımız kollara bütün güzelliği ve evreni serer. Sevginin yollarına, yüce dağların kuvvetini bağışlar. Gönlümüzün, sevgi ve güzelliğe doğru atışına, bütün okyanusların sonsuz genişliğini ve derinliğini verir. Bazen insana cennet kapılarını açtı, güzel müzikleri dinletti. Rüzgarla insanı sonsuz yüksekliklere çıkarttı. İnsana sonsuzluklar yaşattı. Gövdesiyle ölüme set çekti. İşte bu yüzden Afrodit’tir: Engin maviliklerin köpüklü başıdır. Yaşamı; birlikte yaratılan, yaşayan ve büyüyenler birbirlerini sevsinler diye var etti. Çünkü birbirlerini sevmekten başka her ne yaparsa insan birbirinin celladı olarak birbirlerini öldürecektir.      Afrodit’in sevgisi ve övüncü; cefa ve üzüntüyü omuzlara bölerek onu hiç eder. Sevgiyi yüreklere bölüştürerek, umudu var kılar. O Asterte’dir; insanın işkenceyi ve acıyı hiç etmekteki inancı ve umududur. Öyle bir umut ki, yıkıntı içindeki dünyayı, çalışmayla, mücadeleyle, dayanışma ve birlik olmayla cennete çevirmeye yeten güçtür. İnsanı, güçlüklerini umut ve inançla çözüp, ortadan kaldırmak için var etti. Afrodit, enginin en yüksek dalgasının üstünde yer alır. Varlığın özü, sütün kaynağı ve yaratılışı rahmidir. Çünkü bilince varmış varlıktır. Dalgadan dalgaya yürür. Bütün güzelliğiyle sonsuza dek parlar. Bütün toplumları saran, ölüm çemberini çözen ve daha engin, daha özgür, daha güzel dünyalara insanı doğurur ve vardırır. Bin bir isimler asırlar boyu hep var olageldi. Yakın zamanlarda kendisine “Havva” ve “Meryem” dediler. En eski Mısır’da doğuran “İsis”ti. Kitera dediler “Kıbrıs” diye çağırdılar. Hindistan’da her zaman genç ve güzel olan ve her zaman yeni doğan “Brahma” yine kendisiydi. Yine öldürücü Azrail’e karşılık, hep müjdeler getiren Cebrail, Afrodit’in ta kendisidir. Bu özlem ve tutku dolu hikâyeler içimizde kıvılcımlar yaratırken, tüm karmaşaların içinden sıyrılarak sevgiye yönelebilmek cesaret isteyecektir elbet. Dünya bunca sisli ve kötümserken her şeyin geçeceğini, daimi olarak kalacak yegane şeyin sevgi ve korku olacağını hatırlamak, korkunun karşısında duran cesaretin zarafetini size bir kez daha kanıtlayacaktır yaşam… Şubat ayının ortası aşk ile ilişkisi antik çağlara dayanan ve Antik Yunan takvimlerine göre  Ocak ayı ortası ile Şubat ayı ortasının arasında kalan zaman Gamelyon ayı olarak adlandırılmış ve Zeus ile Heraʹnın kutsal evliliğine adanmıştır. Bu nedenle Şubat ayı bereket ve aşk ayı olup, bu vesile ile 14 Şubat Sevgililer Günü’nüzü kutlar ve bereketli bir ay geçirmenizi dilerim. Sevgiyle kalın…
Editör: TE Bilisim