Binlerce yıldır aynı topraklarda beraber yaşayan iki farklı millet. Birbirine düşman iki millet gibi algılanması çoğu kez istense de aslında biribirine en çok benziyen ve birbirleriyle harmanlanmış iki kadim kültür. Bu binlerce yıllık beraberlik dilde, kültürde, yaşayışta pek çok ortak nokta doğurmuş. Özellikle bizim de ilgi alanımız olan denizcilik konusunda gerçekten Yunanlılardan çok şey öğrenmişiz. Giritlilerden, Fenikelilerden beri geliştirdikleri denizcilik deneyimlerini, bu konuda fazla tecrübesi olmayan Türkler’e ve diğer Anadolu halklarına aktarmışlar. Sakız Adası’nda yeni yılda, Sinop’ta Ramazan ayında gerçekleşen denizci festivalleri işte bu ortak kültür mirasının somut örneği. Kendisi de Sinoplu olan yazarımız Nejat Tarakçı bize bu geleneklerin tarihsel arka planını yazdı. Dünyamızda, denizcilik ve deniz kültürü kadar evrensellik tanımına uyan başka bir alan yoktur. Çünkü dünyamızın beşte dördü denizlerle kaplıdır. Dünya medeniyeti ilk çağlarda Çin Denizi ve Akdeniz’den doğmuştur. Akdeniz’de kısa ömürlü Fenikelilerden sonra Yunanlılar deniz ticareti ile zenginleşmişlerdir. Bu sayede Yunan kültürü koloniler vasıtasıyla tüm Akdeniz’e ve Karadeniz’e yayılmıştır. Bu kültürel ve ticari yayılma sadece ticaret alanına mahsus kalmamış, aynı zamanda mimari, yemek, güzel sanatlar ve yaşam alanına da yansımıştır. Atina’daki mimari stil ve güzel sanatlar İtalya ve diğer koloni liman şehirlerinde de görülmüştür. Kartaca ve Roma İmparatorluğu’nun ardından Yunan denizciliği kendi anavatanına geri dönmüş, iz bıraktıkları kolonilerini kaybetmişlerdir. Uzun süre Bizans hâkimiyetinde kalan Yunan ana kıtası ve Ege adaları sırasıyla Ceneviz ve Venediklilerin, 1462’den sonra da Türklerin hâkimiyetine girmiştir. Osmanlının kontrolündeki Ortodoks Patrikhanesi’nin İstanbul’da olması, Ortodoks Yunanlıların Osmanlı hâkimiyetini kabul etmelerini kolaylaştırmıştır. Zira o dönemde Katolik-Ortodoks çatışması son derece ciddi ve acımasız bir seviyede idi. Kıbrıs’ta ve Girit’te iki asrı aşkın hâkimiyet süren Venedikliler zamanında Rumlar köle muamelesi gördüler büyük acılar çektiler. Oysa Osmanlı hâkimiyetindeki Rumlar inanç ve yaşam alanında büyük bir özgürlüğe sahiptiler. 450 yıl yan yana, iç içe yaşayan Rumlar ve Türkler, farkında olmadan yemekten, müziğe, giyimden, eğlenceye kadar uzanan ortak bir kültür yarattılar. Bu bağlamda özellikle Karadeniz merkezli etkileşimler de en az Ege Denizi etkileşimleri kadar büyük rol oynadı. Sakız Adası ve Sinop’ta devam eden adetler Geçenlerde Sakız Adası ile ilgili bir tanıtım broşüründe her yıl yapılan bir denizcilik geleneği olduğunu okuduğumda hayretle irkildim. Çünkü memleketim Sinop’ta da aynı gelenek devam ediyordu. Hatta Sinop’takinde Rumca ezgiler ve maniler de söyleniyordu. Şimdi ikisini de siz dostlarıma sunuyorum. Aradan 700 yıl geçmiş, ortak yemek ve müzik kültürünü bir yana bırakalım, ama bu ortak denizcilik geleneğine şaşmamak elde değil. Yorum ve değerlendirmeyi size bırakıyorum. Sakız Adası’nın geleneği Sakız Adası’nda yeni yılda çam ağaçları yerine gemi maketleri süslenir. Bu gemi maketlerinin yapımına baharda başlanır. Brezilya festivali hazırlıklarına benzer şekilde gruplar halinde gençlerden gemi yapım atölyeleri oluşturulur. Gemiler Yunan tarihinde öne çıkan ticaret gemilerinin modellerine göre belirli ölçekte küçültülerek yapılır. Ama yine de dört beş kişiyle omuzlarda taşınacak büyüklükte olurlar. Gemilere verilen isimler ise Yunan denizcilik tarihinde öne çıkmış kahramanlara ait olur. Böylece denizcilik geleneği ile milliyetçilik kaynaştırılmış olur. Yılbaşı gecesi atölyeler yaptıkları gemiler ile farklı renklerdeki denizci kıyafetleri ile resmigeçit yaparlar ve bunlardan biri birinci seçilir. Bu geleneğin 1225’de (Cenevizliler döneminde) fakirlerin yaşadığı mahallelerde geliştiği ve Birinci Dünya Savaşı ve 1922’de Türkiye’den adaya gelen mübadiller[1] ile daha da gelişip önem kazandığı söylenmektedir. Bu gemiler duman tüten bacaları, mermi atan toplarıyla gerçek bir sanat eseridirler. Atölyeler bu konuda tecrübeli oldukları gibi en ince detaya kadar gerçeğine uygun şekilde yapacak imkâna da sahiptirler. Son 35 yıldan bu yana bu geleneği yaşatmak için yılbaşı gecesi Sakız Adası’nda şehrinde meydanında toplanan halk önünde gemi yarışması düzenlenmektedir. Ödül töreninin ardından gemiler adanın sokaklarında yeni yıl şarkıları söylenilerek gezdirilir. Gemi maketleri daha sonra yeni bir yarışmaya kadar şehrin belirli yerlerinde sergilenir. Sinop şehrinin geleneği Benzer bir gelenek de Sinop’ta yaşanmaktadır. Başlangıcı tam belli olmayan bu geleneğe, Helesa[3] Geleneği (Sellim)   adı verilmektedir. Sinop’a özgü “Helesa” bir diğer adı ile “Sellime Çıkma”, her Ramazan ayının on beşinci gününden sonra gerçekleştirilmektedir. Helesa geleneğinin ortaya çıkışıyla ilgili yazılı kaynaklarda bulunmayan ancak dilden dile aktarılarak günümüze kadar gelmiş bir söylence bulunmaktadır: Rivayete göre, gemilerin yelken ile çalıştığı çok eski zamanlarda fırtınalı bir kış gününde, yelkenli bir gemi fırtınaya yakalanmış ve Sinop Limanı’na sığınmış. Haftalarca burada mahsur kalan gemide bulunan tayfaların zamanla kumanyası tükenmiş ve açlık baş göstermeye başlamış. Tayfalar dilenmek istemedikleri için de kimseden bir şey isteyememişler. Bir gün kaptanın aklına yiyecek bulmak için bir fikir gelmiş. Tayfalarına hemen bir filikayı süslemelerini söylemiş. Kaptan ve tayfalar süslenen bu filikayla ve gece olması sebebiyle ellerinde çok sayıda fenerle Sinop’a inmişler ve kent içerisinde çeşitli maniler söyleyerek dolaşıp halktan yiyecek istemişler. Bunu gören halk da gemicilere çeşitli yiyecekler vermiş ve böylece gemiciler açlıktan kurtulmuşlar. Helesa, bu olay sonrasında Sinop’ta ve yakın ilçesi Gerze’de her Ramazan ayında tekrarlanan bir gelenek halini almış. Geleneksel uygulamada, Helesa öncesinde rivayetteki filikayı temsilen birkaç kişinin taşıyacağı büyüklükte bir kayık alınır. Bu kayık güzelce süslenir ve çevresi fenerler ya da mumlarla ışıklandırılır.  İftar yapılıp oruçlar açıldıktan sonra, bir araya gelen gençler süsledikleri bu kayığı bazen omuzlarında bazen ellerinde tutarak tüm mahalleleri gezerler. Kayık her evin önünde ev sahibi tarafından görülecek bir şekilde yere konulur. Bu evlerin kapısına gelen kalabalıktan sesi güzel olan bir kişi aşağıda bir bölümü yazılı olan Helesa manilerinden bir kaçını, diğer kişiler de nakarat kısmını söyler ve bahşiş isterler. Bahşişler bir mendile sarılarak ve düştüğü yer görülsün diye mendilin ucu yakılarak yere veya kayığın içerisine atılır. Toplanan tüm bahşişler de daha sonra ihtiyaç sahiplerine dağıtılır. Karadeniz’de gemi maketi yapma geleneği ve sanatının sadece Sinop’a has olması da tesadüf olamaz. Bu bağlamda biyolojik genlerin önemi olmadığı, kültürel genlerin daha baskın olduğu bir kere daha ispatlanmış olmaktadır. Özetle bu gün Türk Yunan halkları için şunlar söylenebilir. Yedi asırlık iz bırakmış ortak geçmiş ve kültür hangi iki ülkede var? Federal bir siyasi yapıda olması gereken,  Türkiye ve Yunanistan’ı uzlaşmaz düşman haline getirenlerin amaçları, bu bölgede Türk-Yunan güç merkezi oluşmasını önlemektir. Bu kültürü yaratanlara ve yaşatanlara en içten şükran ve saygılarımı sunuyorum. 7DENİZ
Editör: TE Bilisim