Geçen hafta İstanbul Boğazı’nda yine bir gemi faciası ve yalı hasarı olunca Osmanlıdan günümüze Boğaza inci gibi dizilmiş İstanbul Yalıları tekrar gündeme geldi; Hem tarihi önemleri hem de ekonomik değerleri üzerine yalıları inceledik. Konunun uzmanı Sanat Tarihçisi Süleyman Faruk Göncüoğlu ile yalıları konuştuk. İstanbul Boğazı’nın ziynetleri olan yalılar Osmanlıdan günümüze  güzelliklerini muhafaza ediyorlar. yalı denmesi için  mutlaka suyla bağlantılı olması gerekir. Ayrıca  yalıların rengi sahiplerine göre belirleniyordu. Hıristiyan yalıları ekseriyetle gri renkte, Türk yalıları ise aşı boya, beyaz ve yeşile boyanırdı. Bu kabul edilmiş yazılı olmayan gelenek uzun yüzyıllar istisnasız uygulanmış.  Süleyman Bey öncelikle yalı tarifini alabilir miyiz?  Şemsettin Sami yalı kelimesinin Bizans kökenli olduğunu belirtiyor ve su kıyısına yapılan yazlık köşk anlamına geldiğini belirtiyor. Yalı, penceresinden kolunuzu uzattığınızda parmak uçları denize değecek kadar denize sıfır olan yapılara biz yalı demekteyiz. Yalılar genellikle yayvan ve geniş olurdu. En fazla üç katlı olan yalıların üçüncü katı çatı veya nadir de olsa çatı katı olurdu. Yalıların üst katları denize doğru çıkıntı yapar ve uzaktan bakıldığında, üst katlar deniz üzerine asılmış izlenimi verirdi ki bu eski yalıların ayrılmaz bir özelliği gibiydi. Yalılarının özelliği nedir? Avrupa yakasında Büyükdere, Tarabya ve Yeniköy yabancıların oturduğu yerlerdi, Bebek devlet yöneticilerine, Rumelihisarı bilim adamlarına, Kuruçeşme ve Ortaköy ise hanedan üyelerine aitti. Anadolu yakasında ise Beylerbeyi’nde Hıristiyan ve Musevilerin oturmasına kesinlikle izin verilmezdi. Çünkü burası din adamlarına ayrılmıştı. İstisnaları olmakla birlikte genelde tüccar ve esnafların pek yalısı olmazdı. Onlar sahile pek yaklaştırılmazdı. Genellikle sahilin arka mahallelerinde, sahibinin durumuna göre bir konak veya büyük bir ev sahibi olurlardı. Hıristiyan yalıları ekseriyetle gri renkte olur. Türk yalıları ise aşı boya, beyaz ve yeşile boyanırdı. Bu kabul edilmiş yazılı olmayan gelenek uzun yüzyıllar istisnasız uygulanmış idi. Boğaziçi yalıları yılın on iki ayı ikamet edilen meskenler değildi ki, yakın tarihlere kadar bu şekilde sürmüştür. Kışın yalıların ısıtılması inanılmaz zor olması en büyük sorundu. Bugün doğalgaz veya kalorifer ile bu sorun bir şekilde çözülmüştür. Osmanlı dönemi Boğaziçi yalılarına ikamet bir şekilde seremaniyle gerçekleşirdi. Boğaziçi’nde oturmaya başlama ve buradan göç etme yılın belirli aylarında olur ve müsaadeler padişahlar tarafından çıkarılan iradeler ile verilirdi. İlkbahar aylarının başlaması ile padişahlar Haliç’teki kasra geçerler. Ve sadrazam başta olmak üzere vezirler de Haliç yalılarına taşınırdı. Havaların ısınmasıyla birlikte padişah Beşiktaş Sarayı’na geçmesiyle de Sadrazam ve vezirler de Boğaziçi’ndeki yalılarına taşınırdı.Boğaziçi ‘ne, havaların ısınmasına göre değişmekle birlikte, genelde 5 Mayıs’ta Hıdırellez ile yalılara taşınılır ve kasım ayıyla beraber zemheri soğuklarından 40 gün öncesine kadar burada kalınırdı. Şu anda kaç yalı var Boğaziçi’nde? Tarihi Boğaziçi’nde toplam 366 tane birinci, ikinci ve üçüncü dereceden tarihi eser niteliği taşıyan yalı bulunmaktadır. Tarihi niteliği olmayanlar da dâhil edildiğinde Boğaz’ın iki yakasında toplam 600 yalı var. Bu arada Sarıyer’de 136, Beykoz’da 109, Üsküdar’da 84, Beşiktaş’ta ise 37 tarihi eser niteliğinde yalı var. Boğaz’daki toplam birinci sınıf tarihi yalı; Beykoz 18, Üsküdar 24, Sarıyer 41 ve Beşiktaş’ta altı olmak üzere 89. İkinci sınıf tarihi yalıların dağılımı ise; Beykoz 64, Üsküdar 20, Sarıyer 74 ve Beşiktaş 30 olmak üzere toplam 208 şeklinde. Üçüncü sınıf tarihi eser niteliği taşıyan yalı ise Beykoz 27, Üsküdar 20, Sarıyer 21, Beşiktaş’ta ise bir olmak üzere toplam 69’dur. BOĞAZʹDAKİ HER YALININ BİR HİKÂYESİ VAR  Yılanlı Yalı Bebek-Rumelihisarı Caddesi’nde yer alan Yılanlı Yalı adını Sultan II. Mahmud döneminde çıkarılan bir söylentiden alır. Sultan II. Mahmud yalıyı beğenir. Satın almak ister. Yalının sahibinin arkadaşı Muhasip Sait Efendi “yalının altındaki kayalık yılan yuvaları ile dolu. Size uygun düşmez.” der. Yaklaşık 200 yıl önce yaşanan bu olaydan beri yalının adı, Yılanlı Yalı kalmıştır. 19. yy sonlarına kadar Bebek’in en büyük alana sahip yapılarından birisiydi. 90 metre kadar cephesi vardı. 40’dan fazla odasıyla, 18. yy bu yana gelen en büyük yalılardan birisiydi. 1910 yılında yapılan kötü bir restorasyona rağmen, bu haliyle bile Boğaziçi’nde sivil mimarinin en güzel örneklerinden birisi sayılır. Hekimbaşı Salih Efendi Yalısı Bugün bir gemi kazası ile büyük bir tahribat yaşıyan Hekimbaşı Salih Efendi Yalısı’na ismini veren Salih Efendi, Tıbbiye Mektebi’nin ilk mezunlarındandı. Tıp eğitimi ile botanik bilimin ayrılmaz bir birliktelik olduğunun farkında olarak, vefatına kadar botanik ilmi ile tıbbi çalışmalarını beraber yürütmüştür. Yalısının bahçesinde ve yalıya ait geriye doğru yükselen yamaç ve tepeler her çeşit çiçekleri, bitkileri ve nadide meyveleri yetiştirirdi. Karanfil ve güle çok meraklıydı. Aşıladığı bir gül Hekimbaşı Gülü diye literatüre geçti. Mevsiminde yalıyı, özellikle karanfillerle bir gelin odası gibi süslerdi. Salih Efendi, ağaçların budanması gibi tüm işleri kendi elleriyle yapar, kimseye bırakmazdı. Hasip Paşa Yalısı… Beylerbeyi Yalıboyu Caddesi’ndeki bu muhteşem yalı 18. yy’da inşa edilmişti. Hasip Paşa’nın torunu Hami Bey Mısır Hidivi Abbas Hilmi Paşa’nın ortanca kızı prenses Fethiye Hanım ile yapmış olduğu evlilik onun en mutlu mesut olduğu dönem olarak anlatılır. Güzel huyu ve  cömertliği ile bilinen Fethiye Hanım’ın, bayramlarda ve kandillerde Bebek’e büyük validesi, Valide Paşa’ya giderken kiraladıkları kayığa, kocası Hami Bey’in verdiği parayı az bulur, kocası görmeden, kocasının verdiği paranın birkaç mislini, sandalın döşemesinin altına sıkıştırır olması Beylerbeyi kayıkçıların yakın tarihe kadar anlata anlata bitiremedikleri bir kıssa olarak geçer. Yalıların ekonomik değeri 24 TV Ekonomi Müdürü Sadi Özdemir: “Yalılar ve boğazın gayrimenkul ve arsa değeri üzerinde konuşmak için önce İstanbul’a bakmak lazım. En son  verilere göre İstanbul’un toplam arsa değeri 9.5 trilyon lirayı (2.4 trilyon dolar) buluyor. Geçen yılın sonunda yine İstanbul için sadece gayrimenkul değeri tahmini ise yabancı kaynaklara göre 350 milyar Euro civarındaydı. Bu rakama boğaz ve tarihi yapılar için yüzde 20 değer eklenebileceği de söylenmişti. Boğaz’daki 600 yalının gayrimenkul değeri, 2017 sonu itibariyle 17 milyar dolar tahmin ediliyor.  Her birinin emlak değeri milyon dolarlardan başlıyor ve talep tarafı her zaman arz tarafından fazla. Öncelikle İstanbul Boğazı’nın yılda 70 bine yakın geminin geçiş yaptığı (yüzde 15’i petrol tankeridir)  bir boğaz olmaktan kurtarmalıyız. Bu nedenle Kanal İstanbul projesi çok önemli. Petrol gemilerinin sebep olacağı bir kazanın nelere malolacağına dair örnekler vardır. Boğaz’daki tehlike hem yalılar hem insanlar için büyük ve her yıl büyüyor.”  Boğazʹın meşhur gemi kazaları Yüzlerce yıldır yoğun bir trafik yaşayan İstanbul Boğazı’nda son 50 yılda 400 aşkın büyük kaza meydana geldi. İstanbullulara korkulu anlar yaşatan bu kazalar sonucunda 25’i aşkın tekne Boğaz’ın karanlık sularına gömüldü. Türkiye’nin en büyük metropolünü bir felaketin eşinden döndüren kazaların kiminde deniz alevler içinde kaldı, kiminde amonyak kapladı Boğaz’ı… Tankerler yalılara girerken, gezinti tekneleri biçildi. Koyun yüklü gemiler bile dibe gömülürken, hiç görülmemiş kazalara da sahne oldu Boğaz. Son 50 yılda 400’ü aşan büyük kazaları hep ucuz atlattı. Deniz Emniyet Derneği’den alınan bilgilere göreyse 2017 yılında Boğaz’da 127 olay meydana geldi. Onlardan biri de geçen hafta Malta bayraklı Vitaspirit isimli geminin Beykoz’daki Hekimbaşı Salih Efendi Yalısı’na çarpması… İşte bugüne kadar İstanbul Boğaz’ında gerçekleşen o büyük kazalardan bazıları…  Yunan tankeri World  Harmony faciası  Rusya’nın Taupse Limanı’ndan akaryakıt alan Yugoslavya bandıralı Zoranic adlı tanker, Yunan tankeri World Harmony ile Emirgan önlerinde çarpıştı. Tanker çarpışmanın etkisiyle yanmaya başladı ve 12 ton benzin ile 10 bin ton neft yağı Boğaz’ın sularına karıştı. Alevler içindeki tanker akıntıda sürüklenirken, İstinye önlerinde demirlemiş olarak bekleyen Türk yolcu gemisi Tarsus’a çarptı. Tarsus da yanarak kazadan nasibini aldı. Tanker, Beykoz sahilinde karaya oturarak durabildi. Ancak yangın bir türlü söndürülemedi, alevler 52 gün boyunca Boğaz’da korku saçtı. ABD’den gelen özel ekipler de yangını söndürmeyi başaramadılar. Kazada 20 kişi öldü. Bu kazadan dört yıl sonra 15 Eylül 1964’te Norveç bandıralı Norhom adlı gemi, Zoranic’in batığına çarptı. Binlerce ton akaryakıt denize yayılırken bir çevre faciası yaşandı. Alev topları göğe yükseliyor Patlamayla birlikte Kanlıca açıklarında beliren alev topları göğe yükseliyor; sarsıntıyla uyanan her iki yaka sakinleri karşı tarafı gündüz gibi görüyordu. İnsanlar panik içinde ne olup bittiğini anlamaya çalışıyor; kimi komşusuna koşuştururken kimi de kıyamet kopmakta olduğunu zannederek kelime-i şehadet getiriyordu. Sabahı beklemeye gerek kalmadan ortalık çoktan ışımıştı bile. Hadise kısa zamanda anlaşıldı; Yunan bayraklı gemi World Harmony ile Yugoslav bandıralı petrol tankeri Peter Zoranic çarpışmıştı. Independenta boğazı günlerce aydınlattı 15 Kasım 1979 tarihinde İstanbullular saat 05.30 civarında korkunç bir patlamayla uyandılar. Yunan tankeri Evrialı ile Rumen bandıralı Independenta tankeri Haydarpaşa açıklarında çarpıştı. Independenta Libya’dan yüklediği 95 bin ton petrolü Romanya’ya götürüyordu. Karadeniz yönünden gelen Yunan tankeriyle çarpışması sonucunda büyük patlamalar meydana geldi. Kadıköy’deki evlerin, dükkânların camları kırıldı. Denizin üzerini 4 kilometrekare civarında kaplayan petrolden zehirlenen balıklar kıyıya vurdu. Independenta günlerce yanarken, denizin temizlenmesi de aylarca sürdü, İstanbul sahilleri simsiyah oldu. Tanker, kurtarılamadı ve Boğaz›daki batıklar arasında yerini aldı. İnfilak eden Independenta tankerinde 43 kişi öldü. Kaynak: Akşam
Editör: TE Bilisim